Gürcistan’ın başkenti Tiflis’te, Rustaveli Caddesi bir kez daha tarih yazıyor. Yüz binlerce insan, sadece Avrupa Birliği’ne yönelmek ya da Rusya’nın baskılarına direnmek için değil, daha derin bir özgürlük, bağımsızlık ve adalet talebiyle sokakları dolduruyor. Geleneksel halk şarkılarından gençlerin haykırdığı sloganlara, annelerin çocuklarını koruma çabasından geçmişten gelen kolektif travmaların yankısına kadar bu protestolar, Gürcistan’ın kültürel ve tarihsel hafızasını taşıyan benzersiz bir direniş pratiği sergiliyor.
Savaşların, etnik çatışmaların ve zorla yerinden edilmelerin yarattığı acılar, halkın kimlik ve aidiyet duygusunu yeniden tanımlarken, otoriterleşen yerel yönetim ve Batı’nın ikiyüzlü politikaları karşısında halk kendi gücüne sarılıyor. Gürcistanlı protestocuların sesi, yalnızca ülke sınırlarını değil, dünya çapında emperyalizme, adaletsizliğe ve baskıcı rejimlere karşı mücadele eden tüm halkların ortak yankısı oluyor.
Bu röportajda, Tiflis’te faaliyet gösteren bir anarşist kolektifte yer alan ve isminin yayınlanmaması şartıyla bizimle konuşan bir aktivistin perspektifinden, Gürcistan’da devam eden protesto hareketlerini, kültürel direnişin anlamını ve bu mücadelenin köklerini derinlemesine ele alıyoruz. Protestoların Batı’ya yönelen umutları nasıl dönüştürdüğünü, kolektif hafızanın nasıl bugüne taşındığını ve uluslararası dayanışmanın bu direnişte oynadığı kritik rolü tartışarak, Gürcü halkının bağımsızlık ve adalet arayışının geleceğine ışık tutuyoruz.
Protesto hareketinin kendine özgü sosyal, kültürel ve dayanışma pratiklerinden bahsettiniz. Rustaveli Caddesi’ndeki bu mitingleri diğer protesto hareketlerinden farklı kılan nedir?
Rustaveli Caddesi’ndeki mitingler, Avrupa’daki protesto hareketlerinden farklı olarak kendine özgü bir sosyal ve kültürel dinamik taşır. Bu protestolarda geleneksel danslar, halk şarkıları ve dini ezgiler önemli bir rol oynar. Gençler, özellikle Z kuşağı, “Gaumarjos Sakartvelos” gibi sloganları atarken, aynı sözler “obskürantistlerin” de vatan, özgürlük ve kilise için söyledikleri birer kadeh tostu olabilir. Anneler, çocuklarını korumak için protestolara katılırken; yaşlılar ve rahipler de göstericilere destek verir. Bu güçlü kolektif aidiyet duygusu ve kuşaklar arası dayanışma, protestoya varoluşsal bir boyut ekler.
Geleneksel danslar, halk şarkıları ve dini ezgiler protestolarda neden bu kadar merkezi bir yer tutuyor? Bu, kimlik ve direniş ilişkisini nasıl açıklıyor?
Geleneksel danslar, halk şarkıları ve dini ezgiler, Gürcistan halkının kültürel kimliğinin ve tarihsel direnişinin bir parçasıdır. Bu unsurlar, protesto hareketinde sadece estetik bir rol oynamaz; aynı zamanda ulusal aidiyeti ve kolektif belleği yeniden canlandırır. Sokaklarda yankılanan bu geleneksel unsurlar, yüzyıllar boyunca baskıya ve sömürüye karşı direnen halkın kimliğini vurgular. Direnişin bu biçimi, hem yerel kültürel değerlerin korunmasını sağlar hem de sömürgeci ve otoriter rejimlere karşı bir kültürel isyan anlamı taşır.
1990’lardan günümüze Gürcistan sokaklarında protesto kültürü nasıl bir dönüşüm geçirdi? Özellikle 9 Nisan 1989 olaylarıyla bugünkü hareket arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?
Gürcistan’daki protesto kültürü, 1990’ların bağımsızlık hareketi ve 9 Nisan 1989 olayları ile köklenmiştir. 9 Nisan 1989’da, genç protestocuların Rus tanklarının altında ezilerek hayatlarını kaybetmesi, bağımsızlık mücadelesinin simgesel başlangıcı oldu. Günümüzdeki protestolar, o dönemde yaşanan askeri baskı, paramiliter şiddet ve kolektif travmayı hatırlatıyor. Bugünkü gösterilerde kullanılan üniformasız güçler ve manipülasyon taktikleri, o zamanki paramiliter grupların yarattığı korkularla benzerlik gösteriyor. “Anne çığlığı” gibi duygusal semboller, geçmişten gelen bu acıyı günümüz direnişiyle birleştiriyor.
Rusya’nın etnik gerilimleri kullanarak Gürcistan’da bir “kurtarıcı” rolüne bürünmesinin tarihsel kökleri nelerdir? Bu politikanın günümüzde etkileri neler?
Rusya’nın Gürcistan’da etnik gerilimleri kullanma politikası, Çarlık İmparatorluğu ve Sovyetler Birliği dönemine dayanır. Rusya, tarih boyunca etnik azınlıkları koruma bahanesiyle Gürcistan’daki varlığını meşrulaştırmış ve bölgesel gerilimleri kendi çıkarları doğrultusunda kullandı. Özellikle 1990’larda Abhazya ve Güney Osetya’daki etnik çatışmalar, Rusya’nın müdahalesiyle daha da derinleşmişti. 2008’deki Güney Osetya savaşı, bu politikanın modern bir örneği ve Rusya, bölgedeki kontrolünü artırmak için etnik gerilimleri yeniden bir araç olarak kullanmıştı. Günümüzde bu strateji, Gürcistan’ın bağımsızlık arayışını zayıflatmak ve bölgedeki etkisini genişletmek amacıyla sürdürülüyor. Rusya, etnik kimlik konusunu kullanarak Gürcistan’da “kurtarıcı” bir güç olarak kendini konumlandırmaya çalışıyor.
Gürcistan’ın Batı’ya yönelme arzusunu, Rusya’ya karşı bir direnişten öte, Avrupa-Atlantik neoliberal hegemonyasının bir sonucu olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gürcistan’ın Batı’ya yönelme arzusu, sadece Rusya’ya karşı bir direniş değil, aynı zamanda Avrupa-Atlantik neoliberal hegemonyasının bir sonucu olarak şekillenmişti. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Avrupa, Batı’nın ekonomik ve kültürel propagandası aracılığıyla, Gürcistan gibi post-Sovyet ülkelerinde bir “kurtuluş” ve “umut” sembolü haline gelmişti. Ancak bu yönelimin ardında, Batı’nın Gürcistan’ı etki alanına çekme çabası ve bölgesel çıkarları bulunuyor. Bu durum, Gürcistan halkı için Avrupa’yı bir bağımsızlık hayaliyle özdeşleştirirken, aynı zamanda Batı’nın neoliberal politikalarının bir yansıması olarak da değerlendirilebilir.
1990’larda Batı’ya duyulan umut—barış, ekmek, elektrik, sağlık hizmeti—bugün için hâlâ bir hayal mi, yoksa bir hayal kırıklığına mı dönüştü?
1990’larda Batı’ya duyulan umut, özellikle barış, ekmek, elektrik, sağlık hizmeti gibi temel ihtiyaçlara erişim arzusuyla şekillenmişti. Ancak bugün bu umut büyük ölçüde bir hayal kırıklığına dönüştü. Avrupa’nın Gürcistan halkına sunduğu vaatler, özellikle ekonomik göç ve sığınmacılık bağlamında karşılık bulmadı; bu nedenle Avrupa, birçok kişi için yalnızca hayatta kalma stratejisi olarak görülmeye başlandı. Özellikle vize serbestisi sonrası artan mülteci başvuruları ve Batı’nın Gürcü göçmenlere karşı tutumu, bu umudun yerini gerçekçi bir hayal kırıklığına bıraktı.
Gürcistan’da ekonomik göç ve sığınmacılık oldukça yaygın. Batı’nın Gürcü göçmenlere yönelik ikiyüzlü tutumunu nasıl yorumluyorsunuz?
Batı’nın Gürcü göçmenlere yönelik tutumunu, açıkça ikiyüzlü bir tutum olarak görüyorum. Gürcistan, Avrupa’nın etki alanına dâhil edilmek istenirken, ekonomik göçmenler ve sağlık sebepleriyle sığınanlar Batı tarafından “kötü sığınmacılar” olarak damgalanıyor. Gürcistan, Afganistan ve Bangladeş ile birlikte yüksek sığınma başvurusu yapan ülkeler arasında yer alıyor ve bu durum, Avrupa’da yüzlerce yasadışı sınır dışı işlemi ve gözaltı merkezlerinde yaşanan polis şiddeti gibi insan hakları ihlalleriyle sonuçlanıyor. Bu tutum, Avrupa’nın göçmenlere karşı çelişkili ve dışlayıcı politikalarını gözler önüne seriyor.
Yerel hükümetin otoriterleşmesi, Avrupa’ya yönelik umutları nasıl etkiliyor?
Yerel hükümetin otoriterleşmesi, Gürcistan halkının Avrupa’ya yönelik umutlarını daha da güçlü bir alternatif olarak görmesine yol açıyor. Otoriter yönetimden kaynaklanan baskılar, ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve halk üzerindeki polis şiddeti, Avrupa’nın bağımsızlık, demokrasi ve insan hakları vaatlerini yeniden cazip kılıyor. Ancak Batı’nın ekonomik ve göçmen politikalarındaki çelişkileri göz önünde bulunduran halk için bu umut, artık daha temkinli ve sorgulayıcı bir hale gelmiştir. Batı’ya yönelmek, bir hayatta kalma stratejisi ve yerel otoriterliğe karşı bir çıkış yolu olarak görülmeye devam etse de, Avrupa’nın tutarsızlıkları bu umudu kısmen gölgeliyor.
Savaşlar, etnik çatışmalar ve zorla yerinden edilme gibi olayların yarattığı kolektif travma, Gürcistan’daki kimlik ve aidiyet algısını nasıl şekillendirdi?
Savaşlar, etnik çatışmalar ve zorla yerinden edilme, Gürcistan’da derin bir kolektif travma yaratarak kimlik ve aidiyet algısını kökten değiştirdi. Özellikle 1990’larda yaşanan Abhazya Savaşı ve göçler, etnik çatışmalar nedeniyle yıkılan aile bağları ve zorunlu yer değiştirmeler, toplumsal hafızada derin yaralar açtı. 1989 yılında Rustaveli Caddesi’nde yaşanan 9 Nisan katliamı gibi olaylar, bağımsızlık hareketi ile birlikte aynı zamanda Rusya’nın emperyal baskısına karşı bir direniş ruhunu güçlendirdi. Bu tarihsel travmalar, Gürcü halkının kimlik ve direnişini şekillendirirken, bir yandan da kültürel dayanışmayı ve kolektif bir aidiyet arayışını güçlendirmiştir.
Uluslararası dayanışmanın, özellikle Suriye ve Gürcistan gibi farklı bağlamlarda mücadele eden halklar arasında nasıl bir rol oynadığını düşünüyorsunuz?
Uluslararası dayanışma, Suriye ve Gürcistan gibi farklı bağlamlarda mücadele eden halklar için ortak bir direniş dili oluşturur. Paris’ten bize ulaşan bir dayanışma mesajı, bu dayanışmayı net bir şekilde ifade ediyor: “Yalnızca halk, halkı kurtarabilir.” Farklı coğrafyalardaki halkların, emperyalizm, otoriter rejimler ve toplumsal adaletsizlik gibi ortak düşmanlara karşı mücadelelerinde birbirlerine moral ve güç vermesi, direnişi uluslararası bir boyuta taşır. Gürcistan’daki protestoculara gönderilen bu mesaj, küresel mücadelelerin birbirini tamamladığını ve sınırların ötesinde ortak bir özgürlük mücadelesi bulunduğunu gösteriyor.
“Yalnızca halk, halkı kurtarabilir” diyorsunuz. Bu slogan, küresel mücadeleler ve yerel direniş hareketleri için nasıl bir anlam taşıyor?
“Yalnızca halk, halkı kurtarabilir” sloganı, hem küresel mücadeleler hem de yerel direniş hareketleri için özgüven ve kolektif güç anlamı taşıyor. Bu ifade, halkların kendi kaderlerini belirleme yetisine vurgu yapar ve dış güçlere ya da elitlere bağımlılığı reddediyor. Gürcistan bağlamında bu slogan, yerel otoriter rejime, Rus emperyalizmine ve Batı’nın çelişkili politikalarına karşı halk dayanışmasını yüceltiyor. Küresel anlamda ise bu, halkların kendi mücadelesi ile özgürleşebileceği ve sadece uluslararası dayanışma yoluyla gerçek adaletin sağlanabileceği düşüncesini temsil ediyor.
Son olarak, bugünkü protestoların temel talebi sadece Batı’ya yönelmek mi yoksa daha derin bir bağımsızlık ve adalet arayışı mı söz konusu? Bu hareketin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Bugünkü protestoların temel talebi, sadece Batı’ya yönelmekten ibaret değil; daha derin bir bağımsızlık ve adalet arayışı söz konusudur. Batı, Gürcistan için bir alternatif umut olarak görülse de, halkın asıl mücadelesi, otoriter yerel hükümete, sosyo-ekonomik adaletsizliğe ve Rusya’nın emperyalist baskılarına karşıdır. Protestocular için Batı, aynı zamanda bir hayatta kalma stratejisi ve bir özgürlük sembolüdür. Ancak, halk Avrupa’nın ikiyüzlülüğünü fark etmiş durumda. Gelecekte bu hareket, sadece Batı’ya bağlı bir yönelim değil, aynı zamanda yerel demokratikleşme, adalet ve toplumsal dayanışmaya dayanan daha geniş bir direniş formu olarak şekillenebilir.