Son bir haftada Suriye’de ortaya çıkan tablo, tarihin tanıdık bir döngüsünü yeniden önümüze serdi. Ortadoğu’da sürekli tekrarlanan ve sonu gelmeyen bir oyun gibi, büyük güçlerin müdahaleleri, yerel aktörlerin ittifakları ve halkların trajedileri bir kez daha gündeme oturdu. Bugün Suriye üzerinden şekillenen bu yeni düzen, aslında yirmi yıl önce Afganistan ve Irak’ta başlayan, ancak köklerini 1990-91 Körfez Savaşı’nda bulduğumuz bir stratejinin devamı gibi görünüyor.
Körfez Savaşı ve Liberal Dünya Düzeni
Dönemin ABD Başkanı George Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanı Brent Scowcroft’un ifadesiyle, Körfez krizi, “liberal yeni dünya düzenini inşa etmek için bir fırsattı.” Bu girişim, Ortadoğu’yu bir laboratuvara çeviren ve uluslararası düzenin kurallarını yeniden yazmaya çalışan ABD liderliğindeki tek kutuplu bir dünyayı getirdi. Ancak bu düzen, temelindeki çelişkiler ve kibirli hedefler nedeniyle kendi yarattığı sistemin altını oymaya başladı.
Irak Savaşı, bu düzenin aldığı ilk büyük yarayı temsil ederken, Batı’nın “demokrasiyi teşvik etme” iddiasını da yerle bir etti. Batı, demokrasiyi sadece bir ihraç malzemesi olarak gördü; toplumların yerel dinamiklerini yok sayarak, her yere tek tip bir model dayatmaya çalıştı. Bu kibir, yalnızca bölgede yıkıma yol açmakla kalmadı, aynı zamanda uluslararası düzenin meşruiyetini de zedeledi.
Bugünün Suriye’si: Yeni Ortadoğu’nun Başlangıcı mı?
Günümüzde Suriye’de yaşananlar, Körfez ve Irak savaşlarının mirasını taşıyor. Suriye, bir yandan bölgesel aktörlerin nüfuz mücadelesine sahne olurken, diğer yandan uluslararası güçlerin stratejik çıkarları için bir oyun tahtasına dönüşmüş durumda. Ancak burada dikkat çeken bir başka unsur, Batı’nın “ılımlı İslam” projesi adı altında Türkiye gibi ülkelerle kurduğu ittifakın yarattığı sonuçlar.
Türkiye’nin, Suriye’de radikal İslamcı grupları destekleyen politikaları ve bu grupların Batı’nın stratejik çıkarlarına hizmet etmesi, “ılımlı İslam” söyleminin bir aldatmaca olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Bugün, uluslararası terör listesinde yer alan radikal grupların bir “Suriye İslam Cumhuriyeti” kurması ve bu sürecin Batı’nın göz yummasıyla ilerlemesi, bu oyunun devam ettiğini gösteriyor.
Kürtler ve Yeni Bir Kibir Dalgası
Kürtler, Ortadoğu’nun tarihsel ve kültürel yapısında her zaman merkezi bir rol oynadı. Bu halk, yüzyıllar boyunca pek çok farklı kültür ve medeniyetle iç içe geçti, ancak aynı zamanda sürekli olarak büyük bir baskıya ve dışlanmaya da tabi tutuldu. 20. yüzyıl boyunca Kürtler, özellikle Türk, Arap ve Fars milliyetçiliğiyle yoğun bir mücadele içerisine girdi. Bu milliyetçilik akımları, Kürtlerin kimliklerini tanımazken, onları asimile etmeye, kültürel ve dilsel haklarını ellerinden almaya yönelik pek çok adım attı. Buna rağmen, Kürtler varlıklarını sürdürmeyi başarmış ve bölgesel anlamda önemli bir aktör olarak varlık gösterdi.
Bugün ise, Kürtler yeni bir tehditle karşı karşıya: İslamcı ideoloji.
Bu ideoloji, özellikle son yıllarda Ortadoğu’da giderek daha fazla etkisini hissettiriyor ve Kürtleri iki farklı şekilde hedef alıyor. Birinci strateji, Kürtleri dini duyguları kullanarak radikal grupların projelerine entegre etmeye çalışmak. Diğer yandan, Kürt kimliğini ve kültürünü yok sayarak, onları daha geniş bir İslam kimliği içine entegre etmeye çalışmak.
Kürtler, dışarıdan gelen bu ideolojik saldırılara karşı direnç gösterirken, kendi kimliklerini korumak için büyük bir mücadele veriyorlar.
Kürtlerin, dört bir yandan kuşatılmış bir şekilde “Bağımsız Suriye” bayrağını çekmeleri, sadece bir özgürlük mücadelesi değil, aynı zamanda bölgedeki ideolojik kuşatmaya karşı bir direnişi simgeliyor. Bu hareket, Ortadoğu’da halkların kendilerini ifade etme özgürlüğü talepleri adına büyük bir anlam taşıyor.
Batı’nın Maskesi Düşerken…
Batı’nın demokrasi ve insan hakları söylemi artık inandırıcılığını yitirmiş durumda. Trump gibi liderlerin açıkça “ne haliniz varsa görün” diyerek, çıkar odaklı politikalarını maskelememesi, bu düzenin çöküşünü hızlandırdı. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun politikaları, bu sinik düzenin geldiği noktayı gözler önüne seriyor. Artık savaşa savaş, işgale işgal deniyor, ancak bu açıklık, uluslararası hukukun çiğnenmesini engelleyemiyor.
Ortadoğu’da her yeni müdahale, daha büyük bir yıkımı beraberinde getiriyor. Suriye’de bugün yaşananlar, yalnızca bu yıkımın bir sonraki aşamasını temsil ediyor. Ancak burada asıl soru, bu döngünün ne zaman kırılacağı. Bölgenin halkları, büyük güçlerin çıkar oyunlarına kurban edilirken, yerel aktörlerin kendi kimliklerini ve haklarını savunma mücadelesi devam ediyor.