Kapitalizmin ana vatanınıdaki çok uluslu şirketler üretimlerini terhanelere aktarıp o alt yüklenicilere de en sert koşulları dayatınca o alt yükleniciler de ölümcül bir sömürü ağı oluşturdular. Buna nekropolitik diyeceğim. Hâsılı emekçi denen insanların payına ölümün düşmesi ve bir anlamda taammüden cinayet diyeceğim olgu artık küreselleşmenin bir uzantısı. Bu arada anlattığım serbest bölgeler, iş cinayetleri, Terhaneler Türkiye’de de mevcut. Tekstil sektöründen aktarılan hikâyelerde yukarıda anlattığım birçok vakayı duyabilirsiniz.
“Biz ne ile yaşayacağız? .. Bize geriye hangi sanayi üretimi kalacak? Sadece düşük teknolojili, işgücü ağırlıklı ve son derece kirletici olanlar mı? Acaba Üçüncü Dünya’nın büyük bölümünü vergi bile ödemeyen montaj işletmeleriyle dolu dev bir serbest ticaret bölgesine mi çevirmeye çalışıyorlar?” Fidel Castro
Neo-liberaldaki liberal ifadesinin haksızlık olduğu yeni sağcı oligarşik egemenlik altında en fazla kaybeden “emekçi”ler oldu. Emek, emekçi kavramlarını paranteze alıyorum çünkü kapitalist iş yapma koşullarında insanın iş yapma ya da anlamlı bir şeyler yaparak beden gücünü kullanan insanlar Emek denen şeye indirgendi. Toprak da dâhil tüm doğa hammaddeye ya da “doğal kaynak” aynı şekilde dönüşürken, iş yapma biçimi ve bunun için kullandıklarımız da üretim araçları, zamanını ve beden gücünü kiralayanlarla onu belli bir ücret karşılığı alıp kullanarak mamul madde ortaya çıkaranlar da üretici güçler haline geldi. Kapitalizm öncesi bu kavramlara rastlamayız. Aynı şekilde toplumsal hayatın bütününden ayrışmış bir ekonomi de yoktu. Her neyse Ekonomi Politiğin gerçek eleştirisi yani tam da emek, emekçi, kaynaklar, emtia yahut mamul madde olgusu, değer vb. birçok kavramla vücut bulmuş Marksist olmayan bir Ekonomi eleştirisi, hatta Marksist ekonomi politik analizinin bizzat kendisi de burjuva ufku bağlamında ele alınabilir. Bu bağlam da daha doğrusu bizatihi ekonomi kavramının kendisini eleştiren ve reddeden daha radikal bir eleştirel politik değerlendirme bu yazının kapsamı dışında. Çünkü bu yazı emekçi denen daha doğrusu ona indirgenmiş insanların hem bu ülke de, hem de dünyanın birçok yerinde nasıl da bir homo sacer[1] haline getirilişini ele alarak ölüm ekonomisi olgusuna ve egemenlik olgusunun bizatihi kendisine değinmeyi amaçlıyor. Ancak yine de şu “emek en yüce değerdir” vecizesini ve emek, emekçi kutsaması yapılmasını emek kavramının burjuva ekonomi politiği bağlamında ele alınmasına kısaca değinmek isteyip, sonrasında “emeğin” nekro-ekonomi-politiğine geçmek istiyorum. Asgari ücret tartışmaları kadar artan iş güvensizliğinden doğan iş cinayetleri de bu yazının ana aksı.
Kapitalizm öncesi ne çalışmak bu kadar yüceltilen bir şeydi, ne de emek. Bütün batı dillerinde ve eski Türkçede de emek zahmet ve eziyetle eş anlamlı idi (İngilizcedeki Labour’un kökü sıkıntı veren yorucu zahmetli iş, çabalamak, çaba sarf etmek anlamına gelir eski İngilizcede emekle eş anlamlı kullanılan bir kelime daha var toil bu da doğrudan zahmet anlamına gelen bir sözcük Ha keza eski Almanca da ki Arbeit ile Fransızcadaki Travallier belirgin bir acı, zorluk, sıkıntı tınısını taşıyordu.[2] Hasılı bedensel çalışmanın zor ve zahmetli bir efor içermesi nedeni ile emek acı verici sıkıntılı bir süreç olarak görülmekteydi. Malum zahmet bir işin çok zorlayıcı ve sıkıntı verici biçimde yapılmasıdır. Nitekim eski Türkçe de emek kelimesinin kökü olan emgek zorluk, zahmet, eziyet gibi anlamları da içeriyordu.[3] Hâsılı modern çağ öncesine dek ya da kapitalizm öncesine dek zorunluluk yani geçinmek için çalışan hele de bunu bir başkasına hizmet ederek yapan kişi köle ile eş durumdaydı. Modern kapitalizm ile emek üretken ve ekonomik değer üretmesi nedeni ile olumlanmakla beraber, çalışmanın yüceltilmesi esas olarak kapitalizm ile boşalan kırlardan gelen köylülerin kentte yaşadıkları sefalet nedeni ile suça olan eğilimleri ve bunun burjuva sınıfı için bir soruna dönüşmesidir. Burjuva sınıfı bu süreçte akıl hastaneleri, hatta hapishanelerle sorunu bastırsa da hem iş gücü ihtiyacını çözmek hem de sorunu daha köklü çözmek için bugünkü yaşlı bakımevlerinin ya da düşkünler evinin sefalet karşısında sağladığı göreli güvenceyi çalışma olgusu ile birleştirir. Böylece düşkünler evine kabulün ön şartı çalışmaya, üretmeyi kabul etme ön koşuluna bağlanır. Amaç kırlardan gelen ve üzerinde hala toprak kokusu olanları uysal bir “emekçi”ye dönüştürmektir. Çünkü Fabrikanın dayattığı mekanik düzene uymaya direnenler epeyi çoktu. Yani insanlar emekçi olmak istemiyordu. Burjuvazi bu direnişçilerin açlıkla terbiye edip paşa Fabrikaya yolladı. “Çalışma etiği, esas itibariyle, özgürlüğün teslim alınmasıydı”.[4]
“Emek en yüce değerdir’i Burjuvazinin yüceltmesi anlaşılabilir de anti-kapitalist sosyalistlerin özgürlük düşleri kuran işçi olmaktan kurtulma arzusu duyanlara işçisin sen işçi kal” demelerinde bir paradoks var ama sosyalist uvriyerizm bu paradoksu “devrim” uğruna görmezden geldi.[5]
Her neyse Marksist Sosyalist Düşüncenin aslında Kapitalizmin ekonomi politiğini yaparken muhtemelen farkında olmadan Burjuva ideolojisinin enfeksiyonunu kaptı. Bugün anti-kapitalizm ekonominin tahakkümüne de karşı koymaktan, işçi sınıfına işçisin sen işçi kal demek yerine işçisin sen işçi kalma diyebilmekten geçiyor. Lenin’i pek benimsemesem de işçi sınıfının kendiliğinden bilinci yahut gündelik bilinci çoklukla “kendinde sınıf “[6] olmayı kapsadığından daha çok kişisel refahını yükseltmeye odaklıdır. Bu nedenle ekonomik büyümeden pay alma mücadelesine odaklanan bir sendikacılık yerine sanayisizleşmeye gözünü diken, büyümeye kalkınmaya değil bu kavramlara itiraz eden başka tür bir sendikal mücadeleye ihtiyacı var gezegenin de hatta işçi sınıfının da. Neyse ekolojik mücadele ve işçi sınıfı meselesi de ayrı bir tartışma konusu. Ancak bugün kapitalizm işçi sınıfını hem arttırıyor hem de onu ortadan kaldırmanın dinamiklerini tesis ediyor. Dahası işçi sınıfının tam da örgütlü güç olmaktan doğan kazanımları tek tek ellerinden alınıyor. Bunun tek bir nedeni var sermaye sınıfı için artık kökten kaybedecek bir devrim tehlikesi yok, hatta belki 10-15 yıla dek kimi ahmakların dalga geçerek komplo deyip burun kıvırdığı “çiplenme” [7]olgusu ile zombi sınıflar yahut bir Matrix evren adım adım örülüyor ve bu robotlaşmanın giderek hızlanan sürecinde oluşuyor[8]. Tam da bu nedenle kapitalizm proletarya anlamında bir koca işçi sınıfını kapitalizmin çeperlerinde büyütürken, Kendi merkezinde bir tür sanayisizleşme ile radikal otomasyon, yapay zekâ vb. süreçlerle de emekçisizleşmeyi ortaya çıkarıyor. Ancak kapitalizmin merkezinde işçi sınıfı için “Homo Sacer” olmaktan söz edilemez, bu statü daha çok göçmenler ve modern köleler için geçerli. Bu konumdakiler için bile yasal engeller var yani merkezdeki bir işçi iseniz prekarya[9] konumunda bile olsanız ölmeniz ya da yaralanmanız hukuk sistemi içinde size cezai sorumluluk yükler. Kaçak işçi çalıştırıyorsanız ve bu çalıştırdığınız işçi iş kazasında ölürse hukuk yakanıza yapışır. Ama batı dünyasının dışına çıktıysanız durumunuz “tohumuna para mı saydım” durumudur.
Swetshoplasakda mı Köleleştirsek Swetshoplamadan mı?
Sweetshop/Terhane kavramı her ne kadar üçüncü dünya ülkelerinde daha çok da tekstil sektörü için kullanılan bir kavramsa da kökenleri İngiliz, ABD ve Fransa’ya giden bir kavramdır. Sıcak ve havasız ortamda çalışmaktan dolayı işçilerin çokça terlemesinden dolayı bu adı olsa da çalışma koşulları kötü olan iş yerleri için kullanılır. Bir terhane yahut sweeatshop, çok az veya hiç mola verilmemesi, yetersiz çalışma alanı, yetersiz aydınlatma ve havalandırma veya rahatsız edici veya tehlikeli derecede yüksek veya düşük sıcaklıklar dâhil olmak üzere çok kötü veya yasadışı çalışma koşullarına sahip kalabalık bir iş yeridir. İş zor, yorucu, tehlikeli, iklimsel olarak zorlayıcı veya düşük ücretli olabilir. Atölyelerde çalışanlar, fazla mesai ücreti veya asgari ücreti zorunlu kılan yasalara bakılmaksızın, adil olmayan ücretlerle uzun saatler çalışabilir; çocuk işçiliği yasaları da ihlal edilebilir. Kadınlar, terzihane işçilerinin %85 ila %90’ını oluşturuyor ve işverenler tarafından doğum iznini desteklemekten veya sağlık yardımları sağlamaktan kaçınmak için doğum kontrolü yaptırmaya ve rutin gebelik testleri yaptırmaya zorlanabiliyorlar.[10]
Noami Klein No Logo’da Sweatshop iş yerlerinin gelişimini ve dünyaca ünlü markalara mal üreten işçilerin nasıl insanlık dışı şartlarda çalıştığını anlatır. Filipinlerde serbest bölge yani ticari markaların her hangi bir bedel-gümrük vergisi, işçilik bedelleri vb.- ödemeden büyük kazançlar sağladığı militarize bir bölgedir Cavite. Çarpıcılığı nedeni ile olduğu gibi alıyorum ilgili bölümü.
“Dünyanın diğer yerlerinde ekonomi bölgelerinde işçiler yaşar ama Cavite ‘de böyle değildir: burası sadece işin olduğu bir yerdir. Rosario’nun tüm hareketliliği ve renkleri bu kapılarda aniden durur; işçiler içeri girebilmek için silahlı güvenlik görevlilerine kimlik kartlarını göstermek zorundadırlar. Ziyaretçilerin bölgeye girmelerine nadiren izin verilir ve düzenli sokaklarda ticari faaliyet ya çok azdır ya da hiç yoktur; şeker ve içecek işportacılığı bile. Otobüsler ve taksiler bölgeye girdiklerinde hızlarını düşürmek ve korna çalmamak zorundadırlar; bu, Rosario’nun hareketli sokaklarına göre belirgin bir fark yaratır. Tüm bunlar Cavite’nin sanki başka bir ülkeymiş gibi algılanmasına neden oluyorsa eğer, bu bir bakıma gerçekten de öyle olmasındandır. Bölge vergisiz bir ekonomidir; hem kasaba hem de il yönetimlerinden bağımsızdır; bir bakıma demokrasi içinde minyatür bir askeri devlet gibidir… İİB’ler nerede olursa olsun, çalışanların anlattıkları hikâyeler şaşırtıcı ölçüde aynıdır: çalışma saatleri uzundur; Sri Lanka’da on dört saat, Endonezya’da on iki saat, Güney Çin’de on altı saat, Filipinler’de on iki saat. Yönetim askeri tarzdadır, şefler genellikle kaba, maaşlar geçim seviyesinin altında ve iş az beceri gerektiren ve sıkıcı türdendir. Bu katıksız sanayi alanları bir geçici olma perdesinin ardına gizlenmiştir: sözleşmeler fark edilmeden gelir, gider; çalışanlar genellikle evlerinden uzakta, bölgelerin bulunduğu şehir ya da yerleşim yeri ile fazla bir bağı olmayan göçmenlerden oluşur; iş kısa sürelidir; genellikle yenilenmez. Korku bölgelere hâkim. Hükümetler yabancı fabrikaları kaybetmekten korkuyorlar; fabrikalar markalı alıcılarını kaybetmekten korkuyorlar ve işçiler de kalıcı olmayan işlerini kaybetmekten korkuyorlar. Bunlar toprak üzerine değil havaya kurulu fabrikalar… Kırlangıçları bu sinsi tuzağa çekmek için, yoksul ülkelerin hükümetleri vergi indirimleri, gevşek yönetmelikler ve iş gücü içindeki huzursuzluğu kırabilecek güçte ve buna istekli bir ordu sunmaktadırlar. Yemeğe daha da tat katmak için, kendi adamlarını açık artırmalara gönderir, en düşük ücreti vermek için birbirleriyle yarıştırır, işçilere gerçek yaşam sınırı altında ödeme yapılmasına izin verirler.”[11]
Bu işyerlerinde uzun çalışma saatlerince çalışılmasına ve gerçek anlamda beslenecek bile ücret geçmemesi yanında-ki çoklukla iş yerinde yatarlar- konuşmak gülmek ve hatta tuvalete çıkmak bile yasaktır, hasta olamazsınız raporunuz bile olsa hastalandığınız için işten çıkartılırlar, genç kızlarla 28 günlük (yani adet günü kadar) sözleşme yapılır çünkü hamilelik yasaktır. Sosyal güvenceden yoksundurlar, aldıkları ücret çok düşük olmasına rağmen işverenler temizlik malzemesi vb. gerekçelerle işçilerden para toplanmaktadırlar. İş yerleri havasız ve sıcaktır. Klein No Logoyu yazdığı yıllarda Çin’deki bir işçinin günlük ücretinin 87 sent olduğunu belirtir. Ki dünyada bu kadar düşük bir ücret de yoktur. Buna rağmen küresel markalar işçilere bu ücreti bile tam vermek istemiyor genelde verilen ücret saat başı 13 sent.
Birçok ülkede sendika yasak, bazılarında ise hayatınıza mal olabilecek bir eylem
“1993’te, Ranjith Mudiyanselage adında bir Sri Lankalı bölge çalışanı bu politikayı tehdit ediyor göründüğü için öldürülmüştür. Çalışma arkadaşının parmağının kesilmesine neden olan arızalı bir makineden şikâyet etmesinin ardından Mudiyanselage, olay hakkında soruşturma başlattıktan sonra, dönüşte, kaçırılmıştır. Dayak yemiş cesedi yerel bir kilisenin önünde eski araba lastiklerinden oluşan bir yığının üzerinde yanar halde bulunmuştur. Soruşturmada kendisine katılan yasal danışmanı da aynı şekilde cinayete kurban gitmiştir”[12].
Aşırı çalışmadan ölümler bu işyerlerinde çok sık rastlanabilen hadiseler. İş kazalarında ölümlerin yanın da kalp krizleri vb. etkenlerle ölümler konusunda Japoncada bir deyim var karoshi 2024 yılında bu şekilde hayatını kaybeden işçi sayısı 800. Uzun ve kötü koşullarda çalışmaya bağlı ölümlerde rekortmen Çin. 26 yıllık takip çalışmasında, 18-65 yaş aralığındaki Çinli işçiler arasında uzun çalışma saatleri ile her türlü ölüm riski arasındaki ilişkiyi araştırıldı ve uzun çalışma saatlerinin her türlü ölüm riskinin artmasıyla ilişkili olduğunu ve nüfusa atfedilebilir oranın %10,52 olduğunu gösterdi.[13]
İLO DSÖ ortak çalışması olan ve2016 tarihli araştırma ise uzun saatler çalışmayla ilişkili yaşam ve sağlık kaybına ilişkin ilk küresel analizde, WHO ve ILO, 2016 yılında 398.000 kişinin felçten ve 347.000 kişinin haftada en az 55 saat çalışmanın sonucu olarak kalp hastalığından öldüğünü tahmin ediyor. 2000 ile 2016 yılları arasında, uzun saatler çalışma nedeniyle kalp hastalığından ölüm sayısı %42, felçten ölüm sayısı ise %19 arttı.[14] Asya ülkeleri bu rakamlarda çoğunluğu teşkil ediyor mesela Güney Korede bu oran (2021 yılı) verileriyle şöyle: 2021 yılında 1.168 kişi serebro-kardiyovasküler hastalık nedeniyle işçi tazminat sigortası aldı ve 509 kişi hayatını kaybetti. Meslek hastalıklarına bağlı ölümlerin en büyük sayısını oluşturmaktadır. Bu, 2020 yılına kıyasla %9,9’luk bir artış anlamına gelmektedir.[15]
Tayvan’da ise bu oranlar şöyle (2021 yılı için) Çalışma Bakanlığı İşçi Sigortaları Bürosu (BLI) tarafından sağlanan istatistiklere göre, 2021 yılında işle ilgili kalp ve beyin damar hastalıkları (CCVDs) için BLI’ya toplam 150 talepte bulunulmuştur. BLI, 150 başvurunun 47’sini nihai olarak onayladı; bu da yüzde 31,33’lük bir onay oranı anlamına geliyor. 150 vakanın neredeyse yarısı (74) işle ilgili ölümler için tazminat başvurusunda bulunurken, bunu geçici maluliyet yardımları izledi ve kalıcı maluliyet yardımları için yapılan başvurular en azdı.[16]
Bu rakamların resmi istatistikler olduğu ve bu rakamlardaki iş yerlerinin neresi olduğu, hangi küresel marka ile iş ilişkisi olduğu belli değil.
Bu iş yerlerindeki bir diğer kuralda şu hakaret ve dayak işçilere uygulanan olağan davranış. Mesela Bangladeş’te bir işçi ücretlerinin ne zaman ödeneceğini-ki üç haftalık gecikmiş ödeme olağan görülüyor-sorduğunda patrondan tokat yemekle kalmayıp diğer 19 arkadaşının patronun kiraladığı çete üyeleri tarafından nerede ise ölesiye dövülüyorlar. Bununla kalmayıp bir de polis çağrılıyor ve işçilerden sekizi polis tarafından tutuklanıyor ve iki hafta hapiste kalıyorlar. Ama bu da yetmiyor kefaletle serbest kalan işçiler 100.000 dolardan fazla fabrika malına zarar verdikleri yönündeki uydurma suçlama nedeniyle uzun hapis cezalarıyla karşı karşıyalar. Tüm işçiler kovuldu ve onlara ait ücretler çalındı.[17]
Bu veriyi aldığım makalede Bangladeşli terhane işçilerinin grev yaptıklarında karşı karşıya kaldıkları da anlatılıyor. Dünyanın en büyük spor perakendecilerinden biri olan Avrupa merkezli bir şirket için kıyafet diken işçiler, haftada yedi gün, sabah 8.00’den akşam 10.00’a kadar çalışıyorlardı. Önemli ihracat sevkiyatlarından önce, sabah 8.00’den ertesi gün sabah 3.00’e kadar aralıksız çalışıyorlardı – on dokuz saatlik bir vardiya. Sonra fabrika zemininde, dikiş makinelerinin yanında kıvrılıp uyuyorlardı. Sabah 7.00’de bir zil çalıyordu, böylece bir sonraki vardiyalarına hazırlanabiliyorlardı. Saat başına 10 sent alıyorlardı. İşçiler, üretim hedeflerine ulaşamadıkları için tokatlandıklarını ve dövüldüklerini bildirdiler. İşçiler haftada bir gün izin, tüm fiziksel tacize son verilmesi ve en azından asgari ücretin ödenmesi talebiyle greve gittiler. 3 Kasım 2003’te, sabah 5.00’te grevdeki işçiler fabrikadan ayrılmaya çalışan bir tırın önünü kestiler. Fabrika sahibi polisi çağırdı, polis ateş açtı ve en az altı kişiyi öldürdü. Polis işçilere coplarla saldırdı, erkekleri ve kadınları dövdü. Kırk dokuz kişi hastaneye kaldırıldı. Dışarıdaki insanlar hala fabrikada olan kadınların çığlıklarını ve inlemelerini duyabiliyordu.[18]
Buraya kadar sweatshop dediğim kötü koşullara sahip işyerlerini anlattım ama ölümcül çalışma buralara has değil. Ölümcül çalışma koşulları birçok endüstride yaygın ve bu sektörlerdeki işçiler de çok düşük ücretlerle çalışıyorlar. Ve bu durum istisnasız küresel güney de denen üçüncü dünya ülkelerde yaşanıyor. Çok Uluslu Şirketlerin ölümcül günahları üzerine yazılan White Colar Crime adı verilen şirket suçları kitapları buna dair internet siteleri var tek tek hangi çok uluslu markanın hangi insan hakları suçları işlemiş buralardan buna erişmek mümkün.
Hâsılı özetlersek Kapitalizmin ana vatanınıdaki çok uluslu şirketler üretimlerini terhanelere aktarıp o alt yüklenicilere de en sert koşulları dayatınca o alt yükleniciler de ölümcül bir sömürü ağı oluşturdular. Buna nekropolitik diyeceğim.
Ki modern kölelik olgusuna hiç girmedim. Hâsılı emekçi denen insanların payına ölümün düşmesi ve bir anlamda taammüden cinayet diyeceğim olgu artık küreselleşmenin bir uzantısı. Bu arada anlattığım serbest bölgeler, iş cinayetleri, Terhaneler Türkiye’de de mevcut. Tekstil sektöründen aktarılan hikâyelerde yukarıda anlattığım birçok vakayı duyabilirsiniz.
[1] Giorgio Agambenin dikkat çektiği gibi eski Roma’da ölüm cezasına çarptırılan mahkûmlar için de kullanılan bu kavram yine onun verdiği anlamla hukuk düzenine yurttaşlık düzenine, bugünün değerlendirmesi ile insanj hakları hukukunun yahut yurttaşlığın dışına atılanları temsil ediyor. Ben kavramı biraz genişleterek tek kullanımlık, ıskartaya ayrılmış ya da harcanabilir anlamında kullanıyorum ama ölmeleri, öldürülmeleri hukuken ceza gerektirmeyen kişiler için kullanılan bu kavram bugün batı dışındaki işçilerin büyük bölümü için kelimenin tam anlamı ile de yani Roma’daki gibi de kullanılabilir. Bugünün üçüncü dünya proleterlerinin büyük bölümü bir idam mahkûmu gibi.
[2] Lucien Febvre, Travail: évolution d’un mot et d’une idée, : Les Sciences sociales face à Vichy. Le colloque « Travail et Techniques, cilt 18,sayı 2, sayfa 110 ve Hannah Arendt, İnsanlık Durumu, Çev: Bahadır Sina Şener, İletişim Yayınları, İstanbul-1994, s: 115, 3 no’lu dipnot
[3] Https://www.nisanyansozluk.com/kelime/emek
[4] Zygmunt Bauman, Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksulluk, Çev: Ümit Öktem, Sarmal Yayınevi, İstanbul-1999 s:17
[5] Andre Gorz Elveda Proleterya kitabında bu paradoksa değininiyor.
[6] Marksist kökenli bu kavramları izah edersem kendinde sınıf sınıf bilincinden yoksun sınıftır, kendi için sınıfsa sınıf bilincine sahip sınıftır. Kendinde sınıf her hangi bir sanayi işçisi iken, kendi için sınıf işçi sınıfının devrimci bir özne haline gelmesi sürecini içerir. Kendi için sınıf sınıfsal çıkarlarının bilincinde olan işçidir.
[7] Beyin-bilgisayar ara yüzü teknolojisinden söz ediyorum. Musk’un İnsanlı deneyler aşamasına getirdiği bu teknoloji post-insan tartışmaları arasında hızla gelişiyor ve bu teknolojinin yaygınlaşmasıyla beraber bir tür düşünce denetimine kapı aralanacağı da konuşuluyor.
[8] Tamamı ile robot işçilerden oluşan Fabrikalar yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Henüz çok az olsalar da bunun yaygınlaşması beklenebilir. Hatta bazılarında humanoid dediğimiz insansı robotlar bile çalışıyor. https://english.elpais.com/economy-and-business/2024-11-17/workers-fear-the-age-of-robots-will-a-machine-take-my-job.html
[9] Guy Standing tarafından üretilen ve güvencesiz bir yaşama sahip yeni bir tür proletarya olarak tarif edilen sınıf. Buradaki güvencesizlik çoklukla iş güvencesinden yoksun olmasıdır. Bu da yaşamının da güvenli bir ağdan yoksun olmasıdır. Yaratıcı sektörlerde çoklukla süreli ya da yarı zamanlı çalışan bu işgücü eğitimli toplumsal sınıflardır.
[10] Wikipedia, Sweatshop maddesi https://en.wikipedia.org/wiki/Sweatshop
[11] Noami Klein, No Logo, Küresel Markalar Hedef Tahtasında, Çeviren: Nalan Uysal, Bilgi Yayınevi, İstanbul-2012, s:230
[12] Klein, age, s. 35
[13] Yeen Huang, Yingping Xiang, Wei Zhou, Guanpeng Li, Chengzhi Zhao, Di Zhang, Shenying Fang, Long Working Hours And All-Cause Mortality İn China: A 26-Year Follow-Up Study, Scand J Work Environment Health 2023;49(8):548
[15] Overwork deaths and suicides of South Korea in 2021 https://sites.google.com/view/kwea/reports/overwork-deaths-and-suicides-of-south-korea-in-2021?authuser=0
[16] Karoshi in 2021 Taiwan, https://sites.google.com/view/kwea/reports/karoshi-in-2021-taiwan?authuser=0
[17] Anita Roddick, If Shirts Could Speak and ‘We The People’ Would Listen
[18] agm