Bu düzenin kötü olduğunu hissetmek, sadece bir eleştiri noktasından çıkmaz; aynı zamanda daha iyi bir dünyaya olan özlemin ve adalet arayışının bir çağrısıdır. Ancak bu düzeni değiştirme isteği içinde olmak, söz konusu değişimi hangi perspektifle ve hangi yöntemlerle gerçekleştirmek istediğimize dair soruları da beraberinde getirir. İşte bu noktada sosyalizm ve anarşizm arasındaki farklar, bireyin hangi yolda ilerleyeceğine dair önemli bir rehber olur.
Bu yazıda, neden marksist bir sosyalizm anlayışı yerine anarşizmi benimsediğimi ve bu tercihin ardındaki düşünceleri özet bir şekilde anlatmak istiyorum.
Anarşizmin Temeli: Otorite ve Hiyerarşiyi Reddetmek
Anarşizm, otoriteye ve hiyerarşiyi meşrulaştıran tüm yapılara karşı kesin bir duruş sergiler. Bu, devletin, kapitalizmin, dini kurumların ve hatta aile gibi örgütlenme biçimlerinin sorgulanması anlamına gelir. Sosyalizm ise, özellikle Marksist yaklaşımlarında, devletin geçici de olsa bir aracı olarak kullanılmasını savunur.
Benim için hiyerarşiyi şekillendiren herhangi bir yapı, özgürlük arayışımın önünde temel bir engeldir. Merkezi otoritenin, geçici olduğu iddiasıyla dahi, bir düzenin içinde meşrulaştırılması, bireyin iradesinin kısıtlanması ve toplumsal denetimin artması riskini beraberinde getirir.
Sosyalist bir düzenin geçici bir merkezi otoriteyi öngörmesi, bu yapının otoriter eğilimlere açık olduğunu gözler önüne serer. Örneğin, Sovyetler Birliği deneyiminde, sosyalizmin idealize edilen eşitlik ve adalet hedefleri, bürokratikleşen bir devlet aygıtı tarafından çarpıtılmış ve bireylerin hakları üzerindeki baskılar giderek yoğunlaşmıştır.
Benzer şekilde, Çin Halk Cumhuriyeti’nde “eşitlik” adına kurulan sistem, bireysel özgürlüklerin yok sayıldığı, hiyerarşinin derinleştiği ve kolektif iradenin merkezi bir güce bağımlı hale geldiği çelişkili bir tablo yaratmıştır. Bu tarihsel örnekler, merkezi otoritenin, devrimci ideallerle çelişerek nasıl yeni bir tahakküm aracı haline gelebileceğini göstermektedir.
Bireysel Özgürlük ve Kolektivizm Arasındaki Dengeler
Anarşizm, bireyin özgürlüğünü her şeyin üzerinde tutar. Bireylerin rızasına dayalı bir dayanışma ve kolektif yaşam biçimi anarşist düşüncenin özündedir. Sosyalizm ise kolektivizmi merkezine alır ve bazen bireysel özgürlükleri arka plana itebilir.
Benim çizdiğim özgürlük tanımı, bireyin kendi kararlarını alma hakkının kutsallığına ve bu hakkın hiçbir otorite veya kolektif yapı tarafından sınırlandırılamayacağı ilkesine dayanıyor. Özgürlük, yalnızca bireyin kendi yaşamı üzerinde tam bir kontrol sahibi olmasıyla anlam kazanır. Bu nedenle, kolektif bir yapının dayatıldığı her ortamın, ister ekonomik, ister sosyal ya da politik olsun, bireysel özgürlüklerimizi tehdit ettiğine inanıyorum.
Kolektif hedeflerin bireysel iradeyi gölgelediği her durumda, otorite kendini yeniden üretir ve tahakküm ilişkileri kaçınılmaz hale gelir.
Ancak gönüllülük esasına dayanan anarşist topluluklarda, bireyler kendi özgün iradelerini koruyarak ve karar alma süreçlerine aktif bir şekilde katılarak topluma katkıda bulunabilirler. Bu tür bir yapı, bireysel tercihleri yok saymadan ortak yaşamı mümkün kılar.
Dayanışmayı ve bireysel farklılıkları aynı anda yaşatan bu denge, yalnızca bireylerin rızasıyla sağlanabilir. Anarşist toplumların bu ilkeye dayalı yapısı, hem bireylerin özgürlüğünü hem de topluluk içindeki karşılıklı destek mekanizmalarını sürdürülebilir hale getirir.
Devrimci Stratejilerde Farklar
Sosyalizm genellikle merkezi örgütlenmeyi ve planlamayı öne çıkarır. Proleterya diktatörlüğü gibi kavramlar, sosyalist devrimlerin şekillendirdiği yolları temsil eder. Anarşizm ise, devrimi merkezi bir otoriteyle değil, tabandan gelen harekete dayanarak hayal eder. Doğrudan eylem, yatay örgütlenme ve spontane dayanışma anarşist devrim stratejisinin önemli unsurlarıdır.
Benim için bir toplumun dönüşümü, yalnızca bireylerin özgür iradesine dayanan, tabandan gelen bir süreçle mümkün olabilir. Merkezi bir devrim anlayışı, otoritenin yeniden üretilmesi riskini taşır ve tarih boyunca bu riskin gerçekleştiğine dair sayısız örnek vardır.
Merkezi yapılar, devrimin ardından güç ilişkilerini yeniden düzenlerken, bireylerin özgürlüklerini geri plana atma eğilimi gösterir.
Otoritenin geçici olduğu iddiası dahi, bu yapının kalıcı bir tahakküm aracı haline gelmesini engelleyemez. Bu bağlamda, anarşist yaklaşım, bireysel iradeyi ve yatay örgütlenmeyi esas alarak dönüşümü hem daha samimi hem de daha sürdürülebilir kılar. Anarşizm, değişimi dayatmaz; onu doğal bir gelişim olarak teşvik eder ve bireylerin katılımıyla anlam kazanır.
Anarşizmin Yaşam Biçimi Olarak Benimsenmesi
Anarşizm benim için bir ideolojiden fazlasıdır; bu, yaşamın her alanını kapsayan bir duruş, bir varoluş biçimidir. Günlük yaşamımızda otoriteyi ve hiyerarşiyi sorgulamak, sadece bir teorik tutum değil, aynı zamanda bireysel özgürlüğün pratikte savunulmasıdır.
Örneğin, işyerinde, aile içinde veya sosyal ilişkilerde, her türlü hiyerarşik ilişkiyi ve tahakkümü reddetmek, anarşist bir yaşam tarzının temel taşlarından biridir. Bu, bireyin kendi yaşamı üzerinde tam bir kontrol sahibi olmasını hedeflerken, başkalarının özgürlüklerini de gözetir.
Dayanışma, bu sürecin ayrılmaz bir parçasıdır; ancak bu dayanışma, bireyin öz iradesini yok saymadan, karşılıklı saygı ve gönüllülük temelinde inşa edilir. Anarşizmin teorideki özgürlük idealleri, bu pratik yaşam anlayışıyla bir araya gelerek, otoritenin olmadığı bir toplumsal düzenin mümkün olabileceğini gösterir. Bu nedenle, anarşizm, sadece bir hedef değil, aynı zamanda bu hedefe ulaşma sürecinde bir yaşam pratiğidir.
Sosyalizmin kapitalizme karşı getirdiği eleştirilerin birçoğunu paylaşsam da, onun otoriteyi geçici bir çözüm olarak bile olsa meşrulaştırması ve zorunlu kolektivizmi önermesi, bu düşünceyi benimsememi zorlaştırıyor.
Anarşizm ise tam tersine, bireyi merkeze alarak özgürlüğü, hiyerarşi karşıtlığını ve gönüllülük esasına dayalı bir toplumsal düzeni savunuyor. Bu yaklaşım, bireysel iradenin kolektif yapıların içinde kaybolmasına karşı bir güvence sunarken, toplumsal dayanışmanın da bireyin rızasına dayalı olarak inşa edilebileceğini gösteriyor.
Anarşizmin özgürlük anlayışı, sadece teoride değil, pratikte de bireyin ve toplumun aynı anda özgürleşebileceği bir dünyanın mümkün olduğuna dair güçlü bir umut sunuyor.
Anarşist olmak kolay değil; bu yol çoğu zaman yalnız, zorlu ve kaotik bir patikadan geçiyor.
Ancak, hür ve eşit bir dünyanın hayali, bu yolda ilerlemeye değer. Anarşizm sadece bir hedef değil, aynı zamanda bu düzenin karşısında bir direniş pratiğidir.
Düşüncelerinizle bu yolda nerede durduğunuz önemli.
Siz hangi noktada fark yaratmak istiyorsunuz?