Günümüzde göç ve insan hareketliliği, yalnızca coğrafi bir hareketlilik değil, aynı zamanda siyasi, ekonomik ve sosyal dinamiklerle şekillenen karmaşık bir olgu. Ancak, bu doğal süreç, giderek daha fazla suçlulaştırılıyor. Akademisyen César Cuauhtémoc García Hernández’in “Crimmigration Law” adlı kitabında ayrıntılı şekilde ele aldığı “göçün suçlaştırılması” (crimmigration) kavramı, suç ile göç arasındaki ilişkiyi tartışmaya açan önemli bir çerçeve sunuyor.
Bu yazıda, göçün suçlaştırılmasının ne anlama geldiğini, bu sürecin nasıl işlediğini ve bu durumun insan hakları üzerindeki etkilerini tartışırken, sınır bölgelerinde yaşananlara dair gözlemleri ve teknolojinin göç kontrolünde nasıl bir rol oynadığını irdeleyeceğim.
Göç ve Suç Kavramlarının Buluşma Noktası
Göçün suçlaştırılması, basit bir kavram gibi görünse de, aslında oldukça derin bir siyasi tercih meselesidir. Günümüzde birçok ülke, göçmenleri bir tehdit veya sorun olarak görerek göçü bir “yasa dışılık” çerçevesinde değerlendiriyor. Bu yaklaşım, insanların bir ülkeye düzensiz yollarla girmesini, uluslararası hukukun tanıdığı iltica hakkına rağmen, suç olarak tanımlıyor.
Bu durum, ceza hukuku ve göç hukuku normlarının giderek birbirine yaklaşmasına neden oluyor. Geleneksel olarak, göçmenlik bir hukuk ihlali olarak görülmezdi; daha çok idari bir konu olarak ele alınırdı. Ancak artık göç, hukuki sistemin en sert araçlarıyla, yani cezai yaptırımlarla ele alınmaya başlandı.
Bu yaklaşımın, bireylerin insan haklarına ve hareket özgürlüğüne yönelik ciddi sonuçları var. Göçmenler, yalnızca ülkeler arasında hareket ettikleri için suçlu muamelesi görüyor. Bu durum, göçmenlerin topluma entegrasyonunu zorlaştırırken, aynı zamanda onlara yönelik ayrımcılığı ve önyargıları da derinleştiriyor.
Sınır Bölgelerinde Göçün Kontrolü ve Şirketlerin Rolü
Kanada merkezli avukat ve antropolog Petra Molnar, sınır bölgelerinde yaptığı gözlemlerden yola çıkarak, göç kontrolünün küresel bir endüstriye dönüştüğünü ifade ediyor. Molnar’ın belirttiği gibi, sınır güvenliği yalnızca devletlerin değil, aynı zamanda özel sektörün de etkin bir şekilde rol oynadığı bir alan haline geldi.
Örneğin:
- ABD-Meksika sınırında, robot köpekler (robodog) gibi ileri düzey teknolojiler açıkça kullanılıyor. ABD hükümeti, bu teknolojilerin kullanımını şeffaf bir şekilde duyuruyor.
- Yunanistan ve Türkiye sınırlarında ise teknolojik gözetim araçları daha kapalı bir şekilde uygulanıyor. Kullanılan teknolojilerin türü ve maliyeti hakkında sınırlı bilgiye sahibiz.
Bu sınır bölgelerinde ortak olan bir diğer unsur ise, teknoloji ve gözetim sistemlerinin giderek artan bir şekilde göçmenlere karşı şiddet içerikli bir kontrol aracı olarak kullanılması. Şirketler, sınır bölgelerinde kullanılan teknolojilerden büyük kazançlar elde ediyor. Gözetim sistemleri, yüz tanıma teknolojileri, insansız hava araçları ve daha birçok araç, yalnızca insanların hareketini izlemekle kalmıyor, aynı zamanda göçmenleri kontrol altına almak için birer baskı mekanizmasına dönüşüyor.
Molnar’ın ifade ettiği gibi, bu süreç, hükümetlerin teknolojiye olan saplantısı ve yapay zekâ yarışındaki liderlik arzusu ile de ilişkilidir. Ancak bu teknolojiler, yalnızca göçmenlerin hayatlarını daha da zorlaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda onları birer tehdit unsuru olarak gösteriyor.
İnsan Hakları Krizi: Göçmenler Hangi Bedelleri Ödüyor?
Göçün suçlaştırılması, yalnızca hukuki bir mesele değil; aynı zamanda insani bir krizdir. Göçmenlerin yasa dışı yollarla bir ülkeye giriş yapması, yaşamlarını kurtarma ya da daha iyi bir hayat arayışı içinde oldukları gerçeğini değiştirmez. Ancak bu insanlar, politik söylemlerle “yasa dışı” yaftasıyla etiketleniyor.
Bu durumun sonuçları şunlardır:
- Ayrımcılık ve Dışlanma: Göçmenler, toplum tarafından bir tehdit olarak algılanıyor ve sosyal dışlanmaya maruz kalıyor.
- Göçmenlerin Kriminalizasyonu: Düzensiz göçmenler, cezaevlerine gönderiliyor ya da sınır dışı ediliyor.
- İnsan Haklarının İhlali: Göçmenlerin temel haklarına erişimi engelleniyor; sağlık, barınma ve çalışma hakları ihlal ediliyor.
Çözüm: İnsan Odaklı Bir Göç Politikası
Göçün suçlaştırılması, göçmenlerin karşılaştığı temel sorunları çözmek yerine onları daha da derinleştiriyor. Bu bağlamda, göç politikalarının insani bir perspektiften yeniden tasarlanması gerekiyor.
- Hukuki Reform: Göç ve ceza hukuku arasındaki çizgi yeniden belirlenmeli ve göçmenlerin hareket özgürlüğü güvence altına alınmalıdır.
- Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik: Sınır bölgelerinde kullanılan teknolojilerin maliyeti, işlevi ve etik boyutları şeffaf bir şekilde açıklanmalıdır.
- Göçmen Haklarının Korunması: Göçmenlerin barınma, sağlık ve eğitim gibi temel haklara erişimi sağlanmalıdır.
Göçün suçlaştırılması, yalnızca hukuki bir sorun değil, aynı zamanda toplumsal algıyı şekillendiren derin bir insan hakları krizidir. Bu yaklaşım, hareket halindeki insanları birer suçlu ya da tehdit unsuru olarak göstererek, göçmenlere yönelik ayrımcılığı ve şiddeti normalleştiriyor.
Ancak, göçü bir suç olarak görmek yerine, bir insan hakkı olarak ele almak, daha eşitlikçi ve insancıl bir dünya inşa etmek için atılacak ilk adımdır. Göçmenlerin hayatlarını savunmak, yalnızca onların değil, tüm insanlığın onuru ve özgürlüğü için bir gerekliliktir.