Rosa Luxemburg’u sosyalizm hele de Marksist sosyalizm tarihinde farklı kılan şey onun İşçi Sınıfının öz örgütlenmesine dayanan bir devrimi ve içi sınıfının Rusya da ve sonraki sosyalizm modellerinde olduğu gibi partinin sınıf adına, sınıfa rağmen sınıf için yönetimini reddetmesiydi. Kitle grevleri ve konseyler yoluyla işçi sınıfının özyönetimi anlayışı ile Rosa Luxemburg Anarko-Komünizmin Marksist kanadı oldu. Ölümünün 106’ıncı yılında onun anısını yaşatmak adına bu ilginç sosyalist figüre bir ışık tutmayı denedik.
Anarşistlerin saygı duyduğu düşüncelerine değer verdiği Marksist Sosyalist sayısı azdır. Anarşistlerin de saygı duyduğu konseyci fikirlerini desteklediği nadir Marksist Sosyalistlerin başında Rosa Luxemburg geliyor desek abartı olmaz
Rosa Luxemburg doğum adı Rozalia Luksenburg; ölümü 15 Ocak 1919) Polonyalı ve Alman vatandaşlığına geçmiş Alman devrimci sosyalist, Ortodoks Marksist ve Birinci Dünya Savaşı sırasında savaş karşıtı aktivistti. Spartaküs ayaklanmasının kilit figürüydü. Bu ayaklanmanın iki Anarşist destekçisinden biri olan çok kıymetli Anarşist düşünür ki başta Gustav Landauer’de bu ayaklanmayı destekledi. Özellikle Bavyera Konseyi Anarşistlerinde aktif katılımcısı olduğu Almanya’da ki son büyük devrimdi
Anarşistlerle Luxemburg arasındaki anlaşmazlıklara sonra değineceğim. Önce onun yaşam öyküsüne değinmek istiyorum.
5 Mart 1871’de Polonya Kongresi’nin Zamoshc kentinde doğan Rosa Luxemburg, Yahudi bir ailenin beş çocuğundan en küçüğü olarak dünyaya geldi. 1889’da, 18 yaşındayken, Luxemburg’un devrimci ajitasyonu onu hapisten kaçmak için İsviçre’nin Zürih kentine taşınmaya zorladı. Luxemburg Zürih’teyken devrimci faaliyetlerine yurtdışından devam etti, bir yandan da ekonomi politik ve hukuk okudu; 1898’de doktorasını aldı. Aralarında partinin önde gelen üyelerinin de bulunduğu birçok Rus Sosyal Demokratıyla (R.S.D.L.P.’nin bölünmesinden önceki bir dönemde) tanıştı: Georgy Plekhanov ve Pavel Axelrod. Luxemburg’un Rus partisiyle, özellikle de Polonya’nın kendi kaderini tayin hakkı konusunda, keskin teorik farklılıkları dile getirmesi uzun sürmedi: Luxemburg, kendi kaderini tayin hakkının uluslararası Sosyalist hareketi zayıflattığına ve yalnızca burjuvazinin yeni bağımsız uluslar üzerindeki egemenliğini güçlendirmesine yardımcı olduğuna inanıyordu. Luxemburg bu konuda, Rus ulusal azınlıklarının kendi kaderlerini tayin hakkına inanan Rus ve Polonya Sosyalist Partisi’nden ayrıldı. Luxemburg muhalefet olarak Polonya Sosyal Demokrat Partisi’nin kurulmasına yardımcı oldu.
Bu süre zarfında Luxemburg, Polonya Sosyalist Partisi’nin başkanı olan hayat arkadaşı Leo Jogiches ile tanıştı. Luxemburg partinin sözcüsü ve teorisyeni iken, Jogiches partinin örgütleyicisi olarak Luxemburg’a iltifat ediyordu. İkili hayatlarının geri kalanı boyunca yoğun bir kişisel ve siyasi ilişki geliştirdi.
Luxemburg 1898’de Zürih’ten Berlin’e gitti ve Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne katıldı. Partiye katıldıktan kısa bir süre sonra Luxemburg’un en canlı devrimci ajitasyonu ve yazıları oluşmaya başladı. O dönemde Alman Sosyal Demokrasisi içindeki temel tartışma konularını dile getiren Luxemburg, 1900 yılında Eduard Bernstein’ın Marksist teorideki revizyonizmine karşı Reform ya da Devrim’i yazdı.
“Onun teorisi bize Sosyal-Demokrasinin nihai hedefi olan toplumsal dönüşümden vazgeçmemizi ve tersine, sınıf mücadelesinin aracı olan toplumsal reformları onun amacı haline getirmemizi öğütleme eğilimindedir. Bernstein’ın kendisi bu bakış açısını çok açık ve karakteristik bir şekilde formüle etmiştir: “Nihai hedef, ne olursa olsun, hiçbir şey değildir; hareket her şeydir.”[1]
Luxemburg reformist faaliyetleri (sınıf mücadelesinin araçları olarak) desteklerken, bu reformların amacı tam bir devrimdi. Sonu gelmeyen reformların, proleter bir devrimin Sosyalist bir toplum inşa etmeye başlayabileceği zamanı çoktan geçmiş olan egemen burjuvayı sürekli olarak destekleyeceğini vurguladı. Luxemburg, Karl Kautsky ile birlikte, Alman Sosyalist Partisi’nde Marksist teorinin bu revizyonizmini önlemeye yardımcı oldu. Luxemburg Parlementerizmi esas alan Sosyal Demokratlardan kökten farklı düşünen bir devrimci olarak burjuva demokrasisinin demokrasi olma niteliğinin önemli ölçüde ortadan kalktığı bir şey olarak düşünüyordu.
“Parlamentarizm, demokratik gelişmenin, insan türünün ilerlemesinin ve benzeri güzel şeylerin mutlak bir ürünü olmaktan çok uzaktır. Daha ziyade, burjuvazinin sınıf egemenliğinin ve -bu egemenliğin yalnızca tersi olan- feodalizme karşı mücadelesinin tarihsel olarak belirlenmiş biçimidir. Burjuva parlamentosu ancak burjuvazi ile feodalizm arasındaki çatışma sürdüğü müddetçe canlı kalacaktır. Eğer bu mücadelenin uyarıcı ateşi sönerse, burjuva bakış açısından parlamentarizm tarihsel amacını yitirecektir.”[2]
Ancak bu ateşte sönmüştür çünkü artık burjuvazi ile feodal sınıflar İngiltere’de Toryler ve Viglerle Fransa’da Cumhuriyetçiler ile ruhban-monarşist soylular arasında gerçekleşen uzlaşma bunun somut örneğini oluşturmaktaydı. Almanya da ise durum diğer ülkelerden farklıydı Alman Burjuvazisi Feodalizmle mücadele etmekten uzak olduğu gibi Burjuvazinin bağımsız bir sınıf olarak davranabilmesini de engellediğinden parlamento yaşam ile ölüm arasında gidip gelmekteydi. Ancak Parlamentarizme yönelik tüm bu eleştirilerden onun miadını doldurduğu şeklindeki saptamalardan sonra tam tersi olarak görülecek tespitler yapar.
“Burjuva parlamentarizmi böylece tarihsel gelişiminin döngüsünü tamamlamış ve kendini inkâr noktasına gelmiştir. Ancak Sosyal Demokrasi, burjuvazinin bu kaderinin hem nedeni hem de sonucu olarak ülkede ve parlamentoda görevini üstlenmiştir. Parlamentarizm kapitalist toplum için tüm önemini yitirmiş olsa da, yükselen işçi sınıfı için sınıf mücadelesini sürdürmenin en güçlü ve vazgeçilmez araçlarından biridir. Burjuva parlamentarizmini burjuvaziden kurtarmak ve onu burjuvaziye karşı kullanmak Sosyal Demokrasinin en acil siyasi görevlerinden biridir.”[3]
Bunu söyledikten sonra Parlamenter mücadeleye kapılmaya yönelik uyarılarını da yapar ve Sosyal Demokratların (yani Sosyalistlerin) ikili bir mücadele içinde hem parlamentoyu bir araç hem de parlamento dışı devrimci mücadeleye odaklanan bir strateji önerir.
“Parlamentarizmin temelleri, taktiklerimiz yalnızca parlamentoya değil, aynı zamanda proleter kitlelerin doğrudan eylemine göre uyarlandığı ölçüde daha iyi ve daha güvenli bir şekilde korunur. Genel oy hakkına yönelik tehlike, egemen sınıflara Sosyal Demokrasi’nin gerçek gücünün hiçbir şekilde Reichstag’daki milletvekillerinin etkisine dayanmadığını, bunun dışarıda, halkın kendisinde, ‘sokaklarda’ yattığını ve ihtiyaç duyulursa Sosyal Demokrasi’nin halkı doğrudan siyasi haklarını korumak için harekete geçirebileceğini ve buna istekli olduğunu açıkça fark ettirebildiğimiz ölçüde azalacaktır. Bu, örneğin, kendimizi herhangi bir siyasi olasılığa hazır hissetmek için genel grevi, olduğu gibi, kollarımızın altında hazır tutmanın yeterli olduğu anlamına gelmez. Siyasi genel grev, proletaryanın kitle eyleminin en önemli tezahürlerinden biridir ve Alman işçi sınıfının, bu yöntemi (şimdiye kadar yalnızca Latin ülkelerinde test edilmiştir) hiçbir kibir veya doktriner önyargı olmaksızın, Almanya’da denenebilecek mücadele biçimlerinden biri olarak görmeye alışması tamamen gereklidir. Ancak daha da önemlisi, ajitasyonumuzu ve basınımızı, çalışan kitlelerin kendi güçlerinin, kendi eylemlerinin giderek daha fazla farkına varmalarını sağlayacak ve parlamenter mücadeleyi siyasi yaşamın merkez ekseni olarak görmemelerini sağlayacak şekilde genel bir biçimde örgütlemektir. Sosyal Demokrasi ‘temel eğilimini’ giderek daha enerjik bir şekilde vurgulamalıdır: Sosyalist devrimi başarma amacıyla proletaryanın yardımıyla siyasi iktidarı ele geçirme çabası… Sosyal Demokrasinin taze ve cesur ajitasyonu, Reichstag’da, tüm burjuva partilerinin önemsiz-tatsız tonuna ve sıkıcı, işgüzar vasatlığına aşırı uyumsuzlukla yankılandıkça, yalnızca asgari programını değil, aynı zamanda nihai sosyalist hedefini de savundukça, büyük kitlelerin Reichstag’a olan saygısı artacaktır. Ve halk kitlelerinin boş durmayacağı ve tepkinin bu kürsüyü ve genel oy hakkını onlardan kapmasına izin vermeyeceği garantisi daha da sağlam olacaktır.”[4]
Bütün bu tespitlerin ne kadar gerçeklikle uyumsuz, ne kadar yanıltıcı dahası devrimci bir mücadele için ne denli dikkat dağıtıcı ve zaman kaybı olduğunu belirtmem gerekir. Dahası bu fikirler onun konseyci komünist ufkuyla da uyuşumuzdu. Nitekim Sosyal Demokrat Partinin tüm bunlardan uzak zamanla her tür radikal mücadelenin amansız bir düşmanı kesilmesinin nedeni tam da bu parlamenter mücadeleyi esasa alıp hükümet ortağı hatta kurucusu olmaya ne denli meraklı olup Alman Devriminin-kendisi de dâhil-celladı olduğu anlaşılacaktı.
Kızıl Roza Konsey Komünizmi Ve Kitlesel Genel Grev
Rosa Luxemburg’u sosyalizm hele de Marksist sosyalizm tarihinde farklı kılan şey onun İşçi Sınıfının öz örgütlenmesine dayanan bir devrimi ve içi sınıfının Rusya da ve sonraki sosyalizm modellerinde olduğu gibi partinin sınıf adına sınıfa rağmen sınıf için yönetimini reddetmesiydi. Onun Rus devrimine dönük eleştirilerinin odağında da bu vardı. Tüm özgürlükçü sosyalistler gibi Rosa Luxemburg da işçi sınıfı iktidarı denen şeyi İşçi Sınıfının kendi öz örgütlenmeleri olan İşçi Konseylerinin yönetimi olarak anlıyordu. Spartaküs ayaklanması olarak bilinen ama fırsatın kaçtığı bir devrim anı olarak da değerlendirilen süreçte de hem o hem de Liebknecht tüm iktidarın Rusya’daki Sovyetler gibi işçi birliklerine devrini savundular. Rosa bir partinin gerekli olduğuna inansa da iktidarın partiye devrine karşıydı dahası Bolşevik parti modelinden farklı olarak o kitlesel genel grevlerin işçi sınıfını devrimci yapacağına inanıyordu. Şöyle yazıyordu “Kurucu Meclis mi Konsey Hükümeti mi?“ Başlıklı makalesinde.:
“Reich İşçi ve Asker Konseyleri Konferansı’nın gündeminin ikinci maddesi, gerçekte şu anda Devrimin temel sorununu ortaya koymaktadır. Ya bir Kurucu Meclis ya da tüm iktidar İşçi ve Asker Konseylerine, ya sosyalizmden vazgeçme ya da tam donanımlı proletaryanın burjuvaziye karşı en şiddetli sınıf mücadelesi: İşte ikilem budur… Bir sınıf olarak proletarya, tüm siyasi gücü netlikle, açıklıkla, dürüstlükle ve netliği ve dürüstlüğü sayesinde güçlü bir şekilde kendi elinde toplamalıdır. Burjuva egemenliğinin büyük ve küçük peygamberleri onlarca yıldır bize “siyasi eşitlik, demokrasi!” diye bağırdılar… Evet, sadece önce gerçeğe dönüştürülmeleri gerekiyor. Çünkü “siyasi eşitlik” kelimesi ancak ekonomik sömürü kökünden ve dalından yok edildiğinde ete kemiğe bürünecektir. Ve “demokrasi”, yani halk tarafından yönetim, ancak emekçi halkın siyasi iktidarı ele geçirmesiyle başlar. Burjuva sınıfları tarafından yüzyıllardır yanlış kullanılan kelimeler üzerinden tarihsel eylemlerin pratik eleştirisini geliştirmek elzemdir. Fransız burjuvazisi tarafından 1789’da ilan edilen “Liberté, Egalité, Fraternité “yi (özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ç.n) ilk kez gerçeğe dönüştürmeliyiz – burjuvazinin sınıf egemenliğini ortadan kaldırarak. Ve bu kurtarıcı eylemin ilk eylemi olarak, tüm dünya önünde ve yüzyıllar süren dünya tarihi önünde yüksek sesle ilan etmek esastır: Şimdiye kadar eşitlik ve demokrasi olarak görülen parlamentolar, ulusal meclisler, eşit oy pusulaları bir yalanlar yığınıydı! Kapitalizmi parçalara ayırmak için bir silah olarak tam iktidar emekçi kitlelerin elinde – tek gerçek eşitlik, tek gerçek demokrasi budur![5]
Rosa sendikalizme- sendikal mücadeleye de bu nedenle karşı çıkar sendikal mücadele özellikle Almanya da egemen sınıfın hizmetinde olmuştur.
“Ekonomik görevlerimizi ele alma görevine yaklaştığımız anda, sendikaların önümüze diktiği büyük duvara hemen takılacağımız aşikârdı. Kurtuluş mücadelesi sorunu, sendikalarla mücadele sorunuyla özdeştir.. Bu nedenle Almanya’daki sosyalleşme mücadelesinin, sosyalleşme sendikalarının önünde duran bu engellerin tasfiyesine ilişkin düşüncelere öncelik vermesi gerektiği açıktır. Bu tasfiyeyi gerçekleştirmek için hangi yöntemler kullanılmalıdır? Sendikaların yerini hangi pozitif yapı almalıdır? Bremen önergesinde1 sözde üniter bir örgütlenme öneren yoldaşın önerisine kesinlikle karşı durmak zorundayım. Fark etmediğiniz bir şey var. İşçi ve Asker Konseylerinin yapısını geliştirmeye, onları bir dizi siyasi ve ekonomik ihtiyacın taşıyıcısı ve aynı zamanda işçi sınıfının iktidar aracı haline getirmeye çalışıyoruz. Bu, ekonomik mücadele organlarına ilişkin bağlayıcı bir nokta olarak öncelik verilmesi gereken perspektiftir… İşçilerin sendikalara emanet ettiği ve onların da zimmetlerine geçirdikleri işlevleri sendikaların elinden alıyoruz. Sendikaların yerine tamamen farklı temellere dayanan yeni bir sistem getiriyoruz. Üniter bir örgütlenmenin propagandasını yapan yoldaşlar, düşüncelerine kapılmış gibi görünüyorlar… Bu komisyon, Spartaküs Birliği ile aynı zeminde duran İşçi ve Asker Konseyleri tarafından seçilmiştir ve komisyon, Spartaküs Merkez Komitesi üyelerine danışarak çalışmaktadır. Komisyon, nihai kararları formüle etme yetkisine sahip olduğunu düşünmemekte, bunun yerine ülke genelindeki yoldaşlara sunmak üzere bu başlıklar üzerinde çalışmaktadır. Her şeyin mümkün olan en geniş demokratik temele oturtulabilmesi ve her bireyin katılımının sağlanabilmesi için çeşitli üyelikler bu literatürle ilgilenmelidir. O zaman elde ettiğimiz şeyin mücadelenin olgun bir meyvesi olduğundan emin olabiliriz.”[6]
Rosa’nın konsey komünizmi doğrudan demokrasiye dayanan bir düşünceye dayandığı için genel çizgiden farklıydı. Ama onun çizgidışılığı bununla sınırlı değildi. Genel Grev ya da kitlesel grevler meselesinde de yani öncü parti yerine sınıfın kendiliğindenliğine yaptığı vurgu da sıradışıydı.
“Kitlesel grev yalnızca devrimci mücadelenin biçimidir ve mücadele eden güçler arasındaki ilişkilerde, parti gelişiminde ve sınıf bölünmesinde, karşı-devrimin konumunda meydana gelen her düzensizlik – tüm bunlar grev eylemini binlerce görünmez ve zorlukla kontrol edilebilir şekilde derhal etkiler. Ancak grev eyleminin kendisi tek bir an için bile durmaz. Sadece biçimlerini, boyutlarını ve etkisini değiştirir. Devrimin canlı nabzıdır ve aynı zamanda onun en güçlü itici tekerleğidir. Kısacası, Rus Devrimi’nde bize gösterildiği gibi kitle grevi, proleter mücadeleyi daha etkili kılmak amacıyla ince bir akıl yürütmeyle keşfedilen kurnazca bir yöntem değil, proleter kitlenin hareket yöntemi, devrimdeki proleter mücadelenin olağanüstü biçimidir.”[7]
Rosa Luxemburg’a göre kitle grevi proletaryanın öz örgütlülüğünü geliştirmesiyle, sınıf bilinci kazandırması ve devrimci durum yaratması ile muhteşem bir eylemdir. Kitle grevi proletaryaya dışarıdan aşılanan sınıf bilincinden, devrimci anlayıştan çok daha güçlü bir biçimde bir devrimci bilinç geliştirir. Bu bakımdan Rosa Luxemburg tüm konseyci komünistler gibi işçi sınıfının kendiliğinden eylemliliğine ve bilincine olan inancıyla Marksist-Leninist çizgiden tamamı ile farklı bir konumdaydı. Her ne kadar anti-anarşist bir tutum içinde olsa da düşünceleri net bir biçimde daha sonra kendine anarko komünist diyenlerle aynıydı. Kitle Grevi devrimin motor gücüydü aslında.
“Ama çizdiğimiz resimde büyük bir çelişki yok mu? Bir yandan, gelecekteki olası bir siyasi kitle eylemi döneminde Alman proletaryasının en geri katmanlarının -toprak işçileri, demiryolcuları ve posta köleleri- her şeyden önce birleşme hakkını kazanacakları ve sömürünün en kötü çıkıntılarının önce ortadan kaldırılması gerektiği anlamına geliyor ve diğer yandan, bu dönemin siyasi görevinin proletarya tarafından iktidarın fethi olduğu söyleniyor! Bir yandan, en acil çıkarlar için, işçi sınıfının maddi yükselişi için ekonomik, sendikal mücadeleler; diğer yandan sosyal demokrasinin nihai hedefi! Elbette bunlar büyük çelişkilerdir, ancak bunlar bizim akıl yürütmemizden kaynaklanan çelişkiler değil, kapitalist gelişmeden kaynaklanan çelişkilerdir. Güzel bir düz çizgide değil, şimşek gibi bir zikzakta ilerler. Çeşitli kapitalist ülkeler en çeşitli gelişme aşamalarını temsil ettiği gibi, her ülke içinde aynı işçi sınıfının farklı katmanları temsil edilir. Ancak tarih, geri kalmış ülkeler ve en ileri katmanlar bir araya gelene kadar sabırla beklemez, böylece tüm kitle simetrik olarak kompakt bir sütun gibi ileriye doğru hareket edebilir. En iyi hazırlanmış parçaları, koşullar olgunlaştığı anda patlamaya sürükler ve sonra devrimci dönemin fırtınasında, kaybedilen zemin geri kazanılır, eşit olmayan şeyler eşitlenir ve toplumsal ilerlemenin tüm hızı tek bir vuruşta çift hızlıya dönüşür.”[8]
Tüm bu tespitler Spartaküs Ayaklanması esnasında test edilecekti. Ama ne yazık ki Spartaküs Ayaklanması tam da Alman Sosyal Demokrat partisinin ihaneti ve Komünist partinin süreci yönetmekteki eksikleri nedeniyle bir devrim yaratamadı oysaki bu ayaklanma bir devrim depremi yaratabilecek güçlü bir fay hattı olma potansiyeli taşıyordu.
Spartaküs Ayaklanması ve Rosa Luxemburg
Rosa Luxemburg tüm devrimci ilhamını Rus Devriminden almış bir devrimci komünistti. Leninle tartışmalarına rağmen ölene dek Rus Devriminin, Komünistlerin destekçisi oldu tavrı net olarak eleştirel dayanışma idi. SDP Avrupa’daki hatta dünyadaki sosyalist partiler içinde o dönem görüp görebileceğimiz en büyük sol partiydi. 914’te bir milyon üyesi ve 90 günlük gazetesi vardı. Yüzlerce tam zamanlı görevlisi ve çok sayıda sosyal ve spor kulübü vardı. Tamamen parti içinde yaşamanın mümkün olduğu söyleniyordu. Partinin dayandığı 1891 Erfut programı, onu parlamentoda hiçbir yanılsamaya kapılmadan devrimci ilan ediyordu. Ve Prusya Devleti onu hiçbir zaman iktidara getirmediği için bu güveni henüz boşa çıkarmamıştı. Gerçekten de üyeleri önemli bir baskıya maruz kaldılar, 1890-1912 yılları arasında SPD üyeleri toplam 1.244 yıl hapse mahkûm edildi. Ancak parti, üyelerinin propagandası ve eğitimi dışında pek bir şey yapmadı. Devrimci diline rağmen, büyük ölçüde seçimleri kazanmaya dayananan bir stratejisi vardı. Ve tam da bu reformist tavrı yüzünden ilk devrimci başkaldırıda yaman bir devrim celladında dönüşecekti. Sendikacılık ise Rosa’nın da yazılarında sık sık değindiği gibi devrimci enerjiden yoksun düzenin bekçisi bir bürokratik aygıttı. Yani Almanya’da bir devrim bekleyenler açısından bakıldığında durum gerçekten de bir umutsuzluk haliydi. Ama devrimciler tam da böyle zamanlarda bir kutup yıldızı olurlar. Rosa Luxemburg ve yoldaşı Karl Liebknecth bu içi geçmiş solcu görünümlü liberallere aldırmadan işçi sınıfı içinde taban örgütlenmesi için çalıştılar. Partinin Radikal sol kanadı olarak SDP’nin devasa örgütlenmesi ile düşünüldüğünde oldukça çelimsizdiler. Ama devrimci bir fitil yakacak kadar da gözü karaydılar.
Daha sonra Komünist Parti’ye dönüşecek olan bu radikal sol kanat yıllar geçtikçe ve Almanya’nın başarıları giderek artan başarısızlıklara dönüştüğünde, Liebknecht, Luxemburg ve SPD’nin solunda kalan çok küçük bir grubun geri kalanı sayıca artmaya başladı. Savaşa karşı açık sözlülükleri nedeniyle Liebknecht ve Luxemburg cezalandırılacaktı. İkisi de savaşın büyük bir bölümünü siyasi tutuklu olarak geçirecekti. Yine de ikisi de savaşı sona erdirme ve Friedrich Ebert ve Philipp Scheidemann liderliğindeki sağ kanadının hakim olduğu SPD’nin revizyonist politikalarına karşı mücadele etme çabalarında ısrar ettiler.
Rosa ve yoldaşı Karl’ın önündeki en büyük zorluk işçi sınıfıydı, Luxemburg’un yazılarında sözünü ettiği aydınlanmış, en bilinçli işçi sınıfı Marksizm’i benimsese bile bunu bir sınıf bilincine dönüştüremiyordu. Onların Marksist sosyalist öğreti ile olan ilişkileri daha çok parti üyeliği idi bu da çelik çekirdek işçi sınıfının yukarıdan talimat gelmeden hiçbir adım atmayan memurlara dönüşmelerine yol açmıştı. Üstelik SPD en az büyük sanayi işçisi arasında örgütlüydü sanayi işçilerinin çok büyük bölümü örgütsüz ve herhangi bir sınıf bilinci olmayan işçilerdi.
Ancak Rosa Luxemburgun işçi sınıfının kendiliğinden bilincine grevin dönüştürücü niteliğine dair öngörülerinde ne denli haklı olduğu bu süreçte kendini gösterecekti. Almanya savaşa girdiğinde oluşan Milliyetçi coşku savaş uzadıkça yerini umutsuzluğa ve hoşnutsuzluğa bıraktı. 1918’de, ölü sayısı giderek artarken, Alman halkı artık yeter demişti. Gerçekten kendiliğinden bir şekilde, halk ayaklanmaya başladı. İşçiler, askerler ve burjuva vatandaşlar anlamsız kan dökülmesinden bıkmışlardı ve protesto etmek için sokaklara döküldüler. Sonuç olarak, koalisyon hükümetinin son derece kısa ömürlü olduğu ortaya çıktı. Askeri birlikler isyan edip hükümet dağıldıkça, Kayzer tahttan indirildi ve Prens Max da paketlenip gönderildi. Yukarıdan gelen devrim, kısa sürede aşağıdan gelen gerçek bir devrime yol açtı. Karl Liebknecht tutuklandığında 55 bin işçi greve giderek bu devrimci ile dayanışmaya girdi Rosa’nın teorik birikimi ile Karlın eylemci pratiği sayesinde devrim adeta olgun bir meyve gibi önlerine düşmüştü. Ancak Rosa’nın ihtiyatlılığı ile Karlın eylemci coşkusundan gelen körlük bu muhteşem fırsatın solup gitmesine Komünist hareketin ciddi bir darbe almasına neden olacaktı.
9 Kasım 1918’de Almanya’da devrim ateşi yanıyordu. Berlin’de, Spartakistler adına sosyalist cumhuriyetin ilanını yayınlayacak olan Karl Liebknecht olacaktı. Sadece birkaç hafta önce hükümet siyasi mahkûmlar için bir af ilan etmişti; bu sadece bir jestti, çünkü devrim çoktan yaklaşmıştı ve hapishanelerin basılması bunu takip edecekti. Devrim hiç beklenmedik bir anda bu ikiliyi de içine çekecekti. Almanya bir kazan gibi kaynıyor devrim ateşi her yerde top top isyan ateşleri ile yalazlanıyordu. Egemenlerin yüreğini bir korku almıştı. Karl Liebknecht bu dönemde affedildi ve hapishaneden çıktı. Ancak Luxemburg, resmi olmayan bir sıfatla tutulduğu ve af onun için geçerli olmadığı için Devrimi beklemek zorunda kalacaktı. Serbest bırakılmasının hemen ardından Breslau’daki (hapsedildiği şehir) Katedral Meydanı’na gitti ve ertesi gün trenle Berlin’e doğru yola çıkmadan önce bir işçi kalabalığının önünde konuştu.
Kasım Devrimi, gerçek anlamda Lüksemburgcu teorik bir tarzda, kendiliğinden bir devrimdi. Alman işçiler ve her sınıftan insan sokaklara dökülmüş, silahlı çatışmanın sona ermesi ve demokratik olarak seçilmiş bir hükümetin kurulması konusunda ısrarcı olmuştu.
7 Ekim 1918’de Spartakistler, özerk bir grup olarak, ISD gruplarını gözlemci olarak davet ettikleri ulusal bir konferans topladılar. Bu konferans, 1917-1918 boyunca belirli yerlerde duyulan, Rus modeline göre her yerde konseylerin oluşturulmasını isteyen sloganı ortaya attı. Aşağıdaki şekilde sunulan demokratik bir geçiş devrimci programı kabul etti: olağanüstü halin sona erdirilmesi, tüm siyasi tutsakların serbest bırakılması, bankaların, ağır sanayinin ve madenlerin yanı sıra büyük ve orta ölçekli tarım arazilerinin kamulaştırılması ve Alman birleşmesinin tamamlanması. Bu son nokta, Avrupa’yı zayıflatmak ve Amerika Birleşik Devletleri’ni güçlendirmek ve devrime karşı tampon devletler yaratmak için tasarlanmış olan Wilson’ın “kendi kaderini tayin hakkı” ile çelişiyordu. Konferans, fabrikalarda çok sayıda özerk örgütün ortaya çıkmasına rağmen, sendika sorununu “ikincil” bir konu olarak ele almayı reddetti.
Spartaküsçüler ve solun diğer liderleri, önceki aylarda bir devrimi teşvik etme umuduyla propaganda üretimini artırmış olsalar da, onların planlama ve propagandalarının, sonrasında gelen olaylar açısından çok az veya hiç önemi olmadığı konusunda genel bir fikir birliği vardır.
Kasım devrimi asıl devrimin 1919 Ocak devriminin bir arifesiydi. Devrimci güçler devrimci ayaklanma konusunda hemfikirdi ama ayaklanma sonrası için kafalar karışıktı.. 10 Kasım’da Berlin bölgesindeki konseylerin delegeleri bir araya gelerek “Sosyalist Cumhuriyet’i ilan ettiler ve altı SPD üyesi, altı USPD üyesi ve on iki askerden oluşan geçici bir yürütme komitesi ( Vollzugsrat ) seçtiler; bu sonuncuların hepsi SPD taraftarıydı. Kendisini tüm iktidarın sahibi olarak görmesine rağmen, tüm iktidarını, tüm güvenini bağladığı Halk Komiserleri Konseyi’ne devretti. Bir anlamda devrimin yürütmesi SPD’nin elindeydi ve askeri güçler de SDP’nin elindeydi. Devrim savunmasını bu halk komiserlerine yani Truva atlarına devretmişti. Bazı bölgelerde konseyler daha da ileri gidecekti. Bavyera’da “Konsey Cumhuriyeti”ni ilan ettiler. Saksonya, Brunswick, Braunschweig vb.’de konseyler yerel otoriteleri görevden aldı ve iktidarı ele geçirdi. Sol radikal Metzger, Braunschweig sosyalist cumhuriyetinin başkanı seçildi. Güç, merkezi (Mansfeld, Halle) ve kuzey Almanya’nın sanayi bölgelerinde de Sovyetler/konseyler tarafından kullanıldı. Ancak ulusal ölçekte, Alman İşçi ve Asker Konseyleri Kongresi (16-20 Aralık 1918) iktidarını halk komiserleri konseyine devretti: Kongrenin 485 delegesinden 375’i “hükümet”ti (SPD ve sağ kanat USPD). Liebknecht ve Luxemburg, Spartakist oldukları için delege olarak kabul edilmedikleri ve IKD’nin çok sayıda üyesi Kongre’ye katılmamaya karar verdiği için, tek muhalefet, Müller, Ledebour ve Däumig gibi devrimci işyeri temsilcileri, yani Spartakist olmayan USPD solunun siyasi temsilcileri tarafından yönetiliyordu. Muhalefetleri, konseylere bekleyen anayasada büyük önem verilmesini talep etmekten ibaretti. Kongre’nin temel kararı, etkili bir şekilde, SPD’nin tüm gücün toplandığı bir kurucu meclisi hızla toplama önerisini kabul etmekti. Ancak konseyler kurumlar olarak var olmaya devam etmek istiyorlardı ve anayasada kendilerine bir rol verilmesini talep ettiler. Bu girişimin muhalifleri (Lüksemburg, Jogisches, merkez komitesi ve Radek) yalnızca küçük devrimci güçleri israf etmekten endişe ediyorlardı. Bu ayaklanmanın, devlete karşı muhalefetten beslenen ancak onu yok etmeyi hedeflemeyen bir tutumun mantıksal sonucu olduğu anlaşılmamıştı. Kongre sırasında, müzakerelerden dışlanan Spartakistler, konseyler için başka bir tur seçim çağrısı yapan bir gösteriye öncülük ettiler. Tüm bu karışıklıklar kendiliğindenlik meselesinin abartılmasından kaynaklanıyordu.
Şehrin yönetimini elinde bulunduran ve tam bir şaşkın ördek tavrı içinde olan Konsey kafa karşıklığı içinde hareket ederken SPD’nin devrimi bastırmakla görevlendirdiği Noske şehre saldırdı ve tüm devrimci mevzileri katliam yaparak ele geçirdi. Liebknecht ve Luxemburg tutuklandı ve yolda infaz edilerek katledildiler. Bu iki devrimci devrimi terketmeyerek hayatlarını hiçe sayarak bir adanmışlık gösterdiler.
15 Ocak günü Luxemburg hayatını adadığı devrim için canını verdi Ve düşünceleri Alman özgürlükçü sosyalist hareketini ve konsey komünizmini yaşattı. Marksist sosyalizmin bu özgürlükçü komünistinin düşünceleri dilerim Türkiye’deki sosyalist hareket için de bir örnek olur.
[1] Rosa Luxemburg Reform or Revolution, Introduction https://www.marxists.org/archive/luxemburg/1900/reform-revolution/intro.htm
[2] Rosa Luxemburg Social Democracy and Parlamentarism, Sächsische Arbeiterzeitung, June 5-6, 1904. https://www.marxists.org/archive/luxemburg/1904/06/05.htm
[3] Adı geçen makale (agm)
[4] agm
[5] Constituent Assembly or Council Government? Die Rote Fahne (Berlin), No. 32 from 17 December, 1918.
[7] Rosa Luxemburg Maas Strike https://www.marxists.org/archive/luxemburg/1906/mass-strike/ch07.htm
[8] Adı Geçen Kaynak