Konya bozkırında bir çobanın korkulu gece uykuları ya da tarlasının kenarında beliren devasa yarıklar… Çöküşen toprağın altından gelen bu hayalet çöküntüler, sistemin bize sunduğu yıkımın şürekli derinleşen çatlaklarından başka bir şey değil.
Bir zamanlar Anadolu’nun tahıl ambarı olarak anılan Konya Havzası, bugün derinleşen bir iklim krizinin ve kapitalist tarım politikalarının bedelini ödüyor. Obruklar, sadece yeraltı sularının çekilmesiyle çöken topraklar değil, aynı zamanda toprağa, yaşama ve emeğe duyulan sistematik ihanetin görünür olan yüzü. Kuraklığın, çölleşmenin ve çaresizliğin tam ortasında yıkılıp giden hayatların izleri.
Konya’nın Karapınar’ından gökyüzüne bakınca bozkırın sessiz sakin bir yüzü var. Ama yerdeki yarıklar, içinde milyonlarca yaşamnın hikayesini yutuyor. Bir obruk oluştuğunda, aslında yüz yıllık bir çöküntünün sonucunu görüyorsunuz. Tarımsal sulama için yeraltından kontrolsüzce çekilen sular ve iklim krizinin yükünü en çok taşıyan bu topraklar, bir noktada dayanamayıp çöküyor.
Konya’ının obruklarla tanınmaya başlaması tesadüf değil. Kapitalizmin doymak bilmez tarım politikaları, suya duyulan çılgın ihtiyacı silajlık mısır gibi bitkilerle doruğa çıkardı. İçinde yaşayan canlılardan tutun, yüzlerce yılık yeraltı suyuna kadar bütün bir ekosistem hiçe sayıldı.
İlk bakışta sadece yerel bir sorun gibi gözüken obruklar, aslında küresel boyutta bir iklim krizi çağrısı. Sıcaklıklar yükseliyor, yeraltı suları azalıyor ve tüm bunların sonucunda toprağın dengesini koruyan su kolonları boşalarak çöküntüler yaratıyor. Bunun en dramatik etkilerini Karapınar’ın tarlasında bir sabah uyandığında devasa bir çukurla karşılaşan çiftçiler yaşıyor.
Toprak Emeğe Karşı Kendini Savunuyor
Bianet’e konuşan Abdullah adında bir çoban, “Korkuyorum ama ne yapayım, büyük ses çıkardı, su fışkırdı, kıyamet oldu sandım” diyor. Sadece bir çukur mu bu? Kıyamet sözcüğü bu olayın özünde yatıyor. Toprak, yeraltındaki hayıtsız ve sorumsuz su tüketimini, doymak bilmeyen tarım endüstrisini daha fazla taşıyamıyor. Toprağın bu sessiz isyanı aslında ölmekte olan bir sistemin yansıması.
Çiftçilerle konuştuğunuzda bir çaresizlik hâkim. “Evlerimizi yutacak diye korkuyoruz ama alıştık” diyorlar. Bir tarafta geçim derdi, bir tarafta obruk tehdidi. Göksu Nehri’nden su getirilmesi gibi çözümler gündeme gelse de bu, sadece pansuman. Konu, suyunu çekip kuruttuğunuz bir toprağın ne kadar daha hayatta kalabileceği.
Gıda Krizi ve Yakın Gelecek
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Konya Şube Başkanı Şükrü Arslan’ın dedikleri sürece farklı bir boyut katıyor. “Yıllık 1-2 obruk yerine 20’ler seviyesine ulaştık. Konya’daki yeraltı suları biterse, büyük bir gıda krizi yaşarız”.
Konya Havzası sadece bir bölge değil, Türkiye’nin tahıl ambarı. Burada oluşan obruklar, çiftçinin çaresizliği, sadece bu topraklara değil, aynı zamanda sofralarımıza da uzanan bir tehdidin habercisi. Kapitalist sistem, gözünü doğaya, toprağa ve suya diktiği andan itibaren, Obruklar, yalnızca jeolojik bir olay değil; insan eliyle hızlandırılmış bir çöküşün simgesi. Toprak, bize bu çöküşü anlatıyor, ama biz bu sessiz çığlığı duymamakta ısrar ediyoruz. Sanki yerin altı, üzerindeki yıkımı kaldıramıyor ve “Yeter!” diyerek içine çöküyor. Karapınar’da, yaylalarda ya da Konya ovasının her köşesinde aynı gerçek yankılanıyor: Toprak kendini savunuyor, doğa bize bedelini ödetiyor.
Göz Göre Göre Gelen Kriz
Konya Havzası’nın bu duruma gelmesi tesadüf değil. Plansız tarım politikaları, her geçen yıl daha fazla su isteyen mısır gibi ürünlerin teşvik edilmesi ve kontrolsüz yeraltı su kullanımı, bu felaketin fitilini çoktan ateşledi. Suyun tükenmesi, toprağın çöküşü, çiftçilerin yaşam alanlarının yok oluşu… Tüm bunlar birbirini besleyen bir kısır döngünün ürünü. Bugün Karapınar’da yükselen obruklar, yarın Türkiye’nin başka bölgelerinde de yankı bulacak.
Uçurumun Kenarındayız
İklim kriziyle birleşen bu politik felaket, yalnızca Konya ovasını değil, tüm ülkeyi tehdit ediyor. Yeraltı suyunun tükenmesi; tarımda verimsizlik, çölleşme ve nihayetinde gıda krizine yol açacak. Konya, tahıl ambarı olarak anılırken, buğday ve arpa üretiminde ciddi düşüşler yaşanırsa ne olacak? Buğdayın yetersizliği ekmeği, arpanın yokluğu hayvancılığı vuracak. Bir obruğun açılmasıyla toprak nasıl içine çöküyorsa, gıda krizinde de ülke ekonomisi ve halkın refahı aynı şekilde çökecek.
Ancak bu felaketin suçlusu çiftçiler değil. Onlar, sistemin dayattığı geçim biçimi içinde debeleniyor. Karapınar’da obrukların gölgesinde yaşayan köylüler, her yıl daha derin kuyular kazmak zorunda kalıyor. Devletin sulama projeleri, çarpık teşvik politikaları ve doğayı hiçe sayan kalkınma modelleri, bu insanların hayatını tehdit eden asıl unsurlar.
Kapitalist tarım modeli, daha fazla üretim, daha fazla tüketim diyerek toprağın damarlarındaki suyu sömürdü. Ve şimdi su tükeniyor.
İklim adaleti dediğimiz şey, doğanın talan edilmesine karşı çıkmaktır. Obruklar yalnızca yeraltındaki suyun değil, insana ait geleceğin de tükendiğini haykırıyor. Daha fazla “kalkınma” adı altında doğal kaynakların hoyratça kullanılması sürdürülemez. Şükrü Arslan’ın dediği gibi, yeraltı su seviyesinin geri dönüşü olmayan bir noktaya gelmesi, ülkemizi büyük bir kıtlığa sürükleyecek.
Alternatif Bir Gelecek Mümkün Mü?
Bu noktada, yalnızca eleştirmek değil, çözüm üretmek de gerekiyor. Doğru tarım politikaları, su tasarrufuna dayalı sürdürülebilir tarım yöntemleri ve iklim krizini ciddiye alan ekolojik bir planlama hayati önem taşıyor. Silajlık mısır gibi suyu aşırı tüketen ürünler yerine, bölgenin iklimine uygun mahsullerin teşvik edilmesi şart. Aynı zamanda yeraltı su kaynaklarının bilinçli kullanımı, su toplama sistemlerinin devreye sokulması ve çiftçilere alternatif geçim modellerinin sunulması gerekiyor.
Biliyoruz, bu sistemin devamında çözüm değil, daha fazla yıkım var. Ama bir alternatif mümkün: Toprağı, suyu ve yaşamı savunmak! Ekolojik bir toplumda, insan doğayla savaşmak yerine onunla uyum içinde yaşar. İklim adaletini sağlamak, yalnızca bir hayal değil; toprağı gasp edilen köylülerin, obrukların gölgesinde korku içinde yaşayan insanların hakkı.
Obruklar Yükselen Bir İsyandır
Karapınar’ın derin yarıkları, aslında sadece toprağın değil, sistemin çöküşünün de bir işareti. Obruklar büyümeye, korkular artmaya devam edecek. Ancak bu çöküşe karşı mücadele edenler, topraklarını, sularını ve yaşamlarını savunanlar da olacak.
Doğa, insanın tahakkümüne boyun eğmeyecek. Obruklar, toprağın bize yolladığı son uyarılardan biri. Söz sırası şimdi bizde: Ya bu çöküşü izleriz, ya da doğayla barış içinde, adil bir geleceği kurmak için ayağa kalkarız.