Bir kez daha, uluslararası sermayenin dikte ettiği politikaların ete kemiğe bürünüp emekçi halkın hayatını kuşattığı bir karar sürecini yaşadık.
Asgari ücrete enflasyonun bile altında yapılan %30 zam, yükseltildiği iddia edilen “halkın refahı” maskesinin altındaki gerçekleri bir kez daha gün yüzüne serdi.
Kararın hemen ardından gelen Merkez Bankası’nın politika faizini 250 baz puan indirerek %47,5’e çekmesi ise hem ulusal hem de uluslararası çıkar ağlarının kime hizmet ettiğini açıkça ortaya koydu.
Neoliberal Sömürünün İnişsiz Çıkışsız Döngüsü
Neoliberal düzenin işçi sınıfına sunduğu yegâne seçenek, her defasında daha fazla sömürü ve daha yoğun sefalet oluyor. IMF, Dünya Bankası ve benzeri kuruluşların önerdiği “hedef enflasyon oranında zam” politikaları, çıplak gerçeği gözler önüne seriyor: Sermaye, kendi sürdürülebilirliği için çalışanların hayat standardından çalmaktan asla vazgeçmiyor.
Ücretleri baskılayarak iç talebi kısmayı hedefleyen bu strateji, sermayenin kar oranlarını korumak adına milyonlarca insanı ekonomik güvencesizliğe mahkûm ediyor.
Faiz kararının açıklanmasının ardından, ekonomik düzenden nemalanan ihracatçı patronların ve onların örgütlü temsilcilerinin memnuniyet açıklamaları bu gerçeği bir kez daha kanıtladı. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun “Bu indirimi kredi faizlerine yansıtmalarını bekliyoruz” talebi, Merkez Bankası kararının asıl hedef kitlesini açıkça gösteriyor.
İktidarın Kimden Yana Olduğu Artık Gizlenemiyor
Sürecin ardındaki politik çizgiyi kavramak için fazla uzaklara bakmaya gerek yok. TOBB, TİM, ATO ve Ankara Sanayi Odası gibi sermaye sınıfının temsilcileri, bu kararların ardından yaptıkları açıklamalarla iktidara duydukları memnuniyeti dile getirdiler.
Sermayenin faizin düşmesiyle birlikte daha uygun maliyetlerle krediye erişim talebi, çoktan işçi sınıfının üzerinde bir kılıç gibi sallanıyor.
Oysa bu politikalar, şimdiden şu gerçeği haykırıyor: Halkın temel ihtiyaçları, TL’nin kısıtlanan reel değeriyle daha da ulaşılamaz hale gelirken, sınırlanan iç talep halkın refahını değil, sermayenin çıkarlarını önceliyor.
Gıda, kira, enerji gibi hayati kalemlerdeki fiyat artışları karşısında, bu politikaların halkın hayatında yarattığı tahribat derinleşiyor. Bu durum, sadece yoksullaşmayı değil, aynı zamanda toplumsal öfkenin birikmesine ve bir noktada patlamasına zemin hazırlıyor.
Çözüm İşçilerin ve Halkın Gücünde!
Yaşanan bu süreç sistematik bir baskı ve kontrol mekanizmasının ürünü.
Devletin, sermayenin bir aracı olarak hareket ettiği bu tabloda, işçi sınıfının kolektif mücadelesi şart. İhracatçı patronların ve finans çevrelerinin taleplerini yerine getiren bu düzen, ancak aşağıdan yukarıya örgütlenen bir dayanışma ve direniş hareketiyle değiştirilebilir.
Önümüzdeki günlerde daha sert önlemlere ve daha fazla sömürüye tanık olacağımız kesin.
Ancak unutulmamalı ki, görecek karanlık bir gece varsa, yaratılacak bir şafak vakti de vardır.
Bu şafak, işçi sınıfının özgürleşmesi, adil bir dünyanın kurulması için yaktığı ateşten başka bir şey olmayacak.
Bu tabloyu değiştirmenin yolu, dayanışma içinde harekete geçmekten geçiyor. Mahallelerden fabrikalara, okullardan köylere kadar her yerde dayanışma ağlarını kurarak, sistemin bu zincirlerini kırmaktan başka çare yok.
Sadece ekonomik taleplerle sınırlı kalmayan, aynı zamanda politik ve sosyal bir dönüşümü hedefleyen mücadele, bu zincirleri parçalamak için elzemdir.
Asgari ücretin sefalet seviyesinde tutulmasını, sermayenin ve devletin politikalarını kabul edilemez.
Ücret adaleti, ekonomik güvence ve insanca yaşam koşulları ancak örgütlü bir işçi sınıfının mücadelesiyle mümkün olabilir.
Şimdi, emeğin şerefini ve insan onurunu yeniden kazanmak için hareket geçme zamanı.
Dayanışmayla.