Geçtiğimiz günlerde Bilecik’te düzenlenen “Ailede Sorumluluk Bilinci” konferansında, gençlerin evlilik kararlarından kaçınmaları üzerine dikkat çekici açıklamalar yapıldı. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Burhan İşliyen, “Yanardağdan püsküren lavlar gibi bir akımla karşı karşıyayız” diyerek bu durumu adeta bir toplumsal tehdit olarak tanımladı.
Bu ifadeler beni düşünmeye sevk etti. Gerçekten gençler neden evlenmiyor?
Bu durum, konferansta dile getirildiği gibi sadece sorumluluktan kaçınma mı, yoksa daha derin sorunlar mı var?
Bu Bir Sorun İse Sorunun Gerçek Kaynağı Ne?
Öncelikle, gençlerin evlilik kararlarını ertelemeleri ya da bu konuda isteksiz davranmalarının sebepleri çok boyutlu. Günümüzde ekonomik krizler, artan yaşam maliyetleri, konut sorunu ve kariyer kaygıları gibi çok sayıda faktör, gençlerin önceliklerini değiştiriyor.
Bir düşünün:
Asgari ücretle çalışan bir genç, kira, faturalar ve temel yaşam giderlerini karşılamaya çalışrken evlilik gibi uzun vadeli bir bağlılık için nasıl plan yapabilir?
Bu sorunu anlamadan, gençleri “sorumluluktan kaçınmakla” suçlamak haksızlık olmaz mı?
Ayrıca, evlenmeden bir yaşam ortaklığı kurmayı tercih eden gençler de var. Bu, bireylerin hayatlarının kontrolünü ellerinde tutma ve toplumsal beklentilere uymadan özgürce yaşama arzusunu gösteriyor. Bu tercihlerin bir sorun olarak görülmesi yerine, toplumsal çeşitliliğin bir parçası olarak kabul edilmesi daha anlamlı olurdu.
“Güzel Aile” ve Tek Tip Ahlak Dayatması
Konferansta bir diğer dikkat çeken nokta, “güzel ahlaklı ailelerin kurulmasının” toplumsal bir öncelik olarak vurgulanmasıydı. Ancak bu “güzel ahlak” tanımı, bireylerin çeşitli dini, kültürel ve sosyal bağlamlardan gelen ahlaki değerlerini yok sayıyor.
Toplumun her kesimi için tek bir ahlak anlayışının dayatılması, bireysel özgürlüklere aykırı bir yaklaşım. Bugün insanlar, geleneksel ahlak çerçevelerinin ötesinde, kendi hayatlarına uygun bir yaşam tarzı oluşturma hakkına sahip olmalı.
Gençlerin Tercihlerini Anlamak
Gençlerin evlilikten kaçınmasının sebebi sadece bireysel değil, toplumsal bir dönüşümün parçası. Geleneksel aile yapısına olan bakış açısı, özellikle bireyselleşme ve özgürleşme akımlarıyla birlikte değişiyor.
Evlilik, artık eskisi kadar bir “kutsal kurum” olarak algılanmıyor. Bu değişimi yargılamak yerine anlamaya çalışmak, daha yapıcı bir yaklaşım olmaz mıydı?
Gençlerin taleplerine ve beklentilerine kulak vermeden, üstten bir yaklaşımla kendine göre bir çözüm üretmeye çalışmak da neyin nesi?
Bunu da mı en iyi siz bilirsiniz?
Daha Kapsayıcı Bir Yaklaşım Mümkün mü?
Bu tür konferanslarda genellikle tek bir perspektif üzerinden tartışmalar yürütülüyor. Katılımcı profiline baktığımızda, çoğunlukla dini liderler ve kamu yöneticilerinin yer aldığını görüyoruz. Ancak toplumun bu kadar çeşitli sorunları varken, sosyologlar, psikologlar ve ekonomistler gibi farklı disiplinlerden uzmanların da bu tür etkinliklerde bulunması gerekmez mi?
Her şeyden önce konunun öznesi olan gençlerin orada olması gerekmez mi?
Bunlar olmadan gerçekleştirile tartışmalarda elde edilen sonuçlar için “Buyrun! çok istiyorsanız kendiniz yapın, sizi tutan yok! Yeter ki bize karışmayın!” demezler mi
Her Şey Değişiyor
Toplumlar, değişen dünya koşullarına uyum sağlamak zorunda. Gençlerin evlilik kararlarında yaşanan değişim, eleştirilmesi gereken bir durum değil, çok daha derin köklere sahip bir toplumsal dönüşümün bir sonucu. Bu dönüşümü anlamak ve buna uygun çözümler üretmek için gençleri eleştirmek yerine dinlemek çok daha etkili bir yol olurdu.
“Yanardağdan püsküren lavlar” gibi abartılı metaforlarla gençleri damgalamak yerine, onların çıkar sağlandığı noktaları anlamaya çalışmalıyız. Toplumun geleceğini şekillendirecek olan bu gençler, farklı bir dünya görüşü ve yaşam tarzıyla karşımıza çıkıyorlar. Bu dönüşüm, onların daha fazla bireysel özgürlük, eşitlik ve adalet arayışını yansıtıyor olabilir.
Bu nedenle, gençlerin evlilikten uzak durma veya evlenmeden bir yaşam kurma tercihlerini anlamak için empati kurmak önemli. Onların içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve psikolojik koşulları analiz etmeden, yalnızca geleneksel değerlere dayalı bir yaklaşım benimsemek, büyük bir kesimi dışlayan bir tutum olur.
Günümüz dünyasında, aile kurumunu yeniden tanımlamak ve bu kurumu bireylerin ihtiyaçlarına uygun şekilde şekillendirmek mümkün. Belki de gençler, daha eşitlikçi ve karşılıklı anlayışa dayalı ilişkiler inşa etmek istiyorlar. Bu bağlamda, onları cesaretlendirecek, destekleyecek ve anlayacak bir toplumsal yaklaşım geliştirmek gerekiyor.
Gençlerin tercihlerini anlamadan, onları dinlemeden yapılan her eleştiri, yalnızca bir ses yankısından ibaret olur.