Rojava ve Chiapas, dünyada eşi benzeri olmayan demokrasi örnekleri. Bu modeller, Batılı demokrasilerin içine düştüğü tıkanıklığı ve temsili modellerin yozlaşarak aşırı sağ popülizme kayma eğilimini anlamamıza yardımcı oluyor. Orgeneral Mazlum Abdi, batılı kamuoyunda Rojava’nın “Cumhurbaşkanı” gibi görülen lider figürü, “bir düşün sonuna geldik” denilebilecek nitelikte ve Rojava adına skandal olarak değerlendirilebilecek açıklamalarda bulundu. Bu ifadeler, Rojava devriminin sonuna gelindiğine dair bir izlenim yaratıyor.
“Anarşizm: Unutulmuş Olanı Hatırlamak” isimli kitabımı yazdığım gün, safımı bu toprakların gerçekliği ve ruhu üzerinden belirleyerek, Batılı anarşizmin kötü bir taklidini yapanlardan ayrıldım.
Yönetiminde bulunduğum Yeşiller hareketi içinde dahi, Batılı Yeşillere bakışım ve davranışlarım nedeniyle ayrıştım. Net bir şekilde şunu dile getirdim: “Biz sömürge değiliz, eşit yoldaşlarız.” Bu yüzden Hollanda Yeşil Sol temsilcisine, “Sömürge valisi gibi konuşuyorsun, söylemlerinde dikte var,” dediğimde zaten yollarımız ayrılmıştı.
Bu perspektiften, sömürge-sonrası (post-kolonyal) bir anarşizm anlayışını benimsedim. “Batı” dediğimiz icadı paranteze alan, bu toprakların kültürel renklerini rengime katan yerel bir anarşist olarak, Batılı ya da Batılı gibi hisseden Suriyeli yoldaşlarla da arama kalın çizgiler çektim.
Batılı anarşistlerin, deyim yerindeyse “kallavi” isimlerinin, başından beri Suriye’de Rojava ’ya dair bakış açısına katılmadım. Burada sık kullanılan bir ifadeyle, “curuna bakıp hamama âşık olmak”[1] gibi bir durum söz konusuydu.
Onlar, Rojava’yı Murray Bookchin’in Konfederalizm anlayışının hayata geçmiş bir örneği olarak görüyordu; ancak ben gerçekliğin bundan farklı olduğuna inanıyordum. Bu, bir önseziydi her şeyden önce. Çünkü PYD’nin, Öcalan’ın rahle-i tedrisinden geçmiş PKK’nin Suriye kolu olduğunu bilen biri olarak meseleyi farklı yorumluyordum. Eski bir Stalinist ve Maocu olan PKK’nin bir anda “özgürlükçü bir kelebeğe”[2] dönüşmediğini düşünüyor, hatta görüyordum.
PKK, “tamburam ne çalıyor, dilim ne söylüyor” havasında hareket ediyordu. Bir yandan “Önder Apo’nun da dediği gibi Demokratik Ekolojik Konfederalizm” söylemi dile getiriliyor, diğer yandan yukarıdan aşağı örgütlenmiş bir askeri aygıt varlığını koruyordu. Hiyerarşik ve merkeziyetçi bir ordu yapısı hâlâ mevcuttu. Murat Karayılan ve Cemil Bayık gibi isimlerin sözleri, tartışmasız bir emir niteliğindeydi. Parti hâlâ bir merkez komitesi ve lider kadrosu etrafında örgütlenmişti. Yani söylem Bookchin ve liberter sosyalizme dayanırken, eylem Bolşevik parti örgütlenmesi ve Leninist gerilla yapılarını andırıyordu.
PKK hiçbir zaman EZLN ya da Partizan Birlikleri olmadı. İdeolojilerini bir yana bıraktığımızda ve örgütlenme yapısını esas aldığımızda Hizbullah, Hamas ne ise PKK’de benzer bir otoriter örgütlenme modeli. Rojova ile birlikte PKK’de diğerleri gibi bir gerilla ordusuna evrilmek üzereydi. Ama şimdi geleceği belirsizliğe girmiş durumda.
Öcalan’ın değişiminin onu bir filozof yapmaya yetmediği aşikâr. Kimse kusura bakmasın, yakalandığı ve Türkiye’ye getirildiği günkü tavrı hâlâ aklımda. Bir zamanlar yeleli bir aslan edasıyla dolaşan Öcalan, o gün ürkek bir tavşana dönüşmüş ve “Her türlü hizmete hazırım” diyerek mahkeme karşısında boyun eğmişti. Oysaki ondan şu sözleri duymayı beklerdim: “Bedenimi tutsak alabilirsiniz, ama size itaat etmem. Yakalanmadan önce ne isem, şimdi de oyum. Sizin mahkemenizi de, devletinizi de tanımıyorum.” Ardından mücadelesinin haklılığını savunan bir siyasi savunma yaparak devlete ideolojik bir meydan okuma sergilemesini beklerdim.
Öcalan’ın siyasi evrimine baktığımızda, geldiği noktanın “demokratik bir devlette birlikte yaşamak” olduğu görülüyor. Ancak buradan ne anarşizm ne de bir felsefe çıkar. Demokratik Bölgeler Partisi’nin (DEM Partisi) bir Kürt Atatürk efsanesine dayanan “Önder Apo” mitosu, sosyalist bir perspektifle ya da Marksizm’in liderlik anlayışıyla çelişiyor.
Batılı anarşistlerin, PKK’yı cilalı bir imaja dönüştürme çabaları da bu noktada eleştiriye açık. “Stalinist bir tırtılın özgürlükçü bir kelebeğe dönüştüğünü” iddia eden bu yaklaşım, Lao-Tse’nin “Aceleden kaçının; çünkü acele karar aklı durdurur” sözündeki bilgece uyarıya benzer bir yanılgıya düşüyor.
PKK ile Rojovaya Yaklaşımım Aynı Değil
PKK ve Rojava bağlamında şunu vurgulamak gerekiyor: Her ne kadar iki yapı arasında belli bir yakınlık ve geçişkenlik olsa da, PKK ile ilgili tespitlerim Rojava gerçeğiyle örtüşmüyor. Rojava’daki durum, büyük ölçüde savaş koşullarının dayattığı “ikili yapı” denilen bir gerçekliği barındırıyor. Bu bölgede, Murray Bookchin’in Belediyecilik teorisine benzer veya Bakunin’in öngördüğü şekilde aşağıdan yukarıya doğru bir doğrudan demokratik konsey yönetiminin var olduğu bir yapılanma görebiliyoruz ki bu, Zapatistaların modeliyle de uyumlu.
Rojava’yı hem Bakunin’in doğrudan demokratik “devletimsi” modeli hem de Bookchin’in komünal belediyecilik teorisi üzerinden değerlendirmek mümkün. Ancak ne şekilde ele alırsak alalım, Rojava’daki taban örgütlenmelerine dayalı yapı köküne kadar özgürlükçü ve demokratik bir nitelik taşıyor.
Rojava ve Chiapas, dünyada eşi benzeri olmayan demokrasi örnekleri. Bu modeller, Batılı demokrasilerin içine düştüğü tıkanıklığı ve temsili modellerin yozlaşarak aşırı sağ popülizme kayma eğilimini anlamamıza yardımcı oluyor. Liberal demokrasilerin eleştirisi bu yazının konusu değil; bu nedenle bu noktaya sadece kısaca değinmekle yetiniyorum.
Sonuç olarak, anarşistlerin Rojava’daki yapılanmaya sempati beslemesi anlaşılır bir durum. Ancak bu sempati, eleştirel mesafeyi kaybettiren bir hayranlığa dönüşmemeli. Rojava, eleştirilerden bağımsız bir ideal olarak görülmemeli; aksine, teorik ve pratik düzeyde sürekli bir değerlendirme ve sorgulama sürecine tabi tutulmalıdır.
PYD Hükümet Durumunda
Rojava’daki temel sorun, bir yanda halk meclislerine dayanan bir demokrasi varken diğer yanda bir parti hükümetinin bulunmasıdır. Halk, yerelde meclisler aracılığıyla söz ve karar sahibidir; ancak PYD hükümeti, teoride bir koordinasyon organı gibi görünse de, fiilen yereli aşan konularda söz ve karar yetkisine sahip bir yönetim organıdır.
Oysa hem Bakunin’in hem de Bookchin’in modellerinde, söz ve karar yetkisi tamamen meclislere aittir. Koordinasyon organı ise, meclislerin aldığı kararları uygulamakla görevli delegelerden oluşur. Ancak Rojava’da böyle bir seçim yapılmamıştır. Daha da ötesi, PYD yönetimi bir delegasyon değildir ve parti yapısı PKK’ye oldukça benzemektedir. Bu nedenle Rojava’da merkezi bir yapı ile halk meclislerine dayanan doğrudan demokrasi yan yana bulunmakta, ancak meclislerde alınan kararlar çoğunlukla PYD tarafından uygulansa da PYD bu kararlara uymak zorunda olan bir yapı değildir.
Temel anarşist modelde, hükümet gibi görünen idari yapı, meclislerin aldığı kararı uygulamak zorundadır. Aksi takdirde, bu idari yapı meclisler tarafından geri çağrılabilir. Ancak Rojava’da, parti tarafından atanmış bir bürokrat sınıfı bulunmakta ve bu yöneticiler, görevden alınamaz durumdadır. Bu kişiler, Rojava adına birçok karar almakta ve uygulamaktadır, ancak bu kararlar, halk meclislerinin müzakere ederek aldığı kararlar niteliğinde değildir. Bu, doğrudan demokrasinin önemli bir eksikliğidir.
Bunun yanı sıra, askeri yapılar da önemli bir sorun teşkil etmektedir. YPG ve YPJ gibi askeri oluşumlar, yukarıdan aşağıya bir komuta kademesine sahiptir ve bu yapı, klasik bir ordu düzenini andırmaktadır. Dahası, Rojava’da askerlik zorunludur. Zorunlu askerlik uygulaması ve çocuk askerlerin varlığı gibi durumlar, insan hakları kuruluşları tarafından sıklıkla eleştirilmektedir. Ayrıca, Arap aşiretlerinin SDG’den ayrılmasının sebeplerinden biri de, bölgedeki SDG yönetiminin bu tür sorunlarıdır. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün son raporlarında, bu eleştirilerin hâlâ geçerli olduğu belirtilmektedir.
Rojava ‘ya dair idealize edilen “özgürlükçü komün” tasvirlerinden ziyade, mevcut gerçeklik göz önünde bulundurulduğunda, durumu “Henüz Özgürlükçü Olamadık” şeklinde özetlemek mümkündür. Bu sistemin özgürlükçü bir yapıya dönüşme potansiyeli mevcuttur, ancak eleştirel dayanışmanın sürdürülmesi gereklidir. Batılı anarşistlerin, Rojava’nın mevcut haliyle anarşist bir model oluşturmadığını kabul etmesi ve hem destekleyici hem de eleştirel bir tavır benimsemesi önemlidir.
Savaş koşullarının, ideal bir anarşist yapının oluşumunu zorlaştırdığı da unutulmamalıdır. PYD, özgür bir komün fikrine yakın duruyor gibi görünse de, kafa karışıklığı ve güvensizlik yaratacak unsurlar barındırmaktaydı.
Devrimin Sonu mu?
Bu parantezi kapatırken neden geçmiş zaman fiilleri kullandığımı açıklamak istiyorum. Orgeneral Mazlum Abdi, batılı kamuoyunda Rojava’nın “Cumhurbaşkanı” gibi görülen lider figürü, “bir düşün sonuna geldik” denilebilecek nitelikte ve Rojava adına skandal olarak değerlendirilebilecek açıklamalarda bulundu. Bu ifadeler, Rojava devriminin sonuna gelindiğine dair bir izlenim yaratıyor.
Bu açıklamalar, HTŞ’nin Genelkurmay Başkanı olarak adlandırılabilecek bir kişinin, “Suriye’de merkezi hükümet olacak bir federasyon söz konusu değil” demesiyle çakıştı. Buna paralel olarak, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad da Hakan Fidan ile görüşmesinde, SDG’yi devre dışı bırakacak bir yaklaşımla “Kürtlere hakları verilecek, ancak Suriye’de hiçbir silahlı güç olmayacak” ifadelerini kullandı. YPG’nin kendini feshedip yeni Suriye Ordusu’na katılmasını öngören bir plan sundu.
Bu gelişmelerin ardından Mazlum Abdi’nin yaptığı açıklamalar, durumu daha da netleştiriyor. Güvendiğim kaynak Fehim Taştekin’den olduğu gibi alıyorum.
“Hiçbir silahlı grup kalmayacak. Peki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) de Suriye Milli Ordusu gibi sisteme entegre edilecek mi? Fidan’ın yol haritası tam tasfiyeyi içeriyordu. Ayrıca Fidan son mesajlarında ABD’nin yaptırım tehditleri Kobani’ye harekâtın önünü kestiğinden SDG’yi halletme işini yeni Suriye yönetimine bıraktıkları izlenimi veriyordu.
İçeride konuşulan tam olarak nedir? Zorla silahsızlandırma mı, uzlaşarak entegrasyon mu? Eğer uzlaşma olmazsa yeni Suriye ordusu Fırat’ın doğusuna savaş mı ilan edecek? Bunu yapmaları Washington’ın tutumuna bağlı. ABD de Suriye’deki asker sayısını 900’den 2 bine çıkararak ‘Henüz buradayım’ dedi.
Amerikan nihai tutumu Şam’da iktidarın alacağı istikamete bağlı. Leaf’in Colani ile görüşmeden sonra ettiği şu laflar, ABD’nin yeni Suriye’de istediği garantileri aldığı zaman Fırat’ın doğusunda ‘çatışmasız bir sıfırlamaya’ göz yumulabileceğine işaret ediyor:
“Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürtleri örgütlenmeye ve kendilerini savunmaya iten koşullar dramatik bir şekilde değişti.”
Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un “Kürt grupları silahsızlandırılmalı ve ulusal güvenlik yapısına entegre edilmelidir” sözü de AB’deki yeni havayı yansıtıyor.
SDG Komutanı Mazlum Abdi kalıcı ateşkes için peşi sıra birkaç teklifte bulundu.
İlk teklif Süleyman Şah türbesinin eski yerine getirilmesiydi. Karşılık bulmadı.
Sonra Kobani’nin asker ve silahlardan arındırılmış bölgeye dönüştürülmesini teklif etti. Bu teklif ABD’nin Ankara’yı frenlemesine yaradı ama Fırat hattında çatışmasızlığı garantilemedi.
Abdi daha sonra PKK’li kadrolar dâhil tüm yabancı savaşların kalıcı ateşkes olduğu zaman Suriye’den ayrılacağını söyledi.
Abdi son olarak France 24 kanalında, silah bırakmadan SDG’nin bazı özelliklerini korumak suretiyle Suriye ulusal ordusunun parçası olabileceklerini ve bunu yeni hükümetle görüşmeye hazır olduklarını vurguladı.
Beri tarafta Kürtler Şam’a ortak heyet göndermek istiyor ama Kürt Ulusal Konseyi (ENKS), PYD’nin olduğu daireye uzak duruyor. Bu konuda Şeyh Mürşid Haznevi de devreye girdi. Kamışlı ’da görüşmeler yaptı. Kürt kaynaklara, 2005’de öldürülen babası Şeyh Maşuk Haznevi’nin adını taşıyan camideki hutbesinde ellerinde silah yoksa müzakerelerde başarılı olamayacaklarını belirterek “SDG sizin silahınızdır, vazgeçilmez kırmızı çizginizdir” diye çıkıştı.
SDG zorlu bir dönemece giriyor. Çatışma ya da uzlaşma!”[3]
Bu ifadeler, “Rojava Devrimi” denen sürecin sonuna gelindiğinin açık bir göstergesidir. Ben, devrimi, devrim öncesi var olan iktidarı yıkıp yerine gerçek bir halk iktidarı kurmak olarak anlıyorum. Anarşist literatürde devrim, devleti tamamen parçalamayı ve yerine federatif bir yapı inşa etmeyi ifade eder. Bookchin’in devrim anlayışı da bu yöndedir. Elbette çağdaş anarşizm, bunun yalnızca iktidar yapılarının dönüşümüyle sınırlı olmadığını, gündelik ilişkilerin de köklü bir değişim geçirmesini içerdiğini vurgular.
Ancak Rojava’da ne klasik anarşist anlamıyla bir devrim gerçekleşti ne de çağdaş anarşizmin anlayışına uygun bir dönüşüm yaşandı. Rojava’da Esad/Esed rejimi ordusunu bölgeden çekti, ardından YPG-PYD buraya yerleşti. Daha sonra, bugün “özgür komün” olarak anladığımız yapı şekillendi. Bu sürecin öncüsü, net bir şekilde PYD oldu. PYD, tüm sorunlarına rağmen, özgür komün anlayışını teşvik eden aktör konumundaydı.
Fakat niyet ile fiili durum arasında büyük bir uçurum vardı. Mazlum Abdi’nin Rojava adına konuşması, sadece savaş koşullarıyla açıklanamaz. Bu durum, Rojava’da asıl söz sahibinin silahlı kanat olduğunun bir göstergesidir ki bu, Rojava’nın iflası anlamına gelir.
Her şeyden önce, Mazlum Abdi, Rojava’nın asli özneleri olan kadınlara ve meclislere bu kararları sordu mu? Çünkü YPG’nin Suriye Ordusu’na entegre olması demek, Rojava’nın kendi doğasıyla asla uyuşmayan bir yapıya, yani Suriye Devleti’ne katılması anlamına gelir. O zaman Bay Abdi’ye şu soruyu sormak gerekmez mi: Daha Kobani’ye IŞİD saldırısı başladığında, IŞİD’e karşı mücadelede hayatını feda eden o gençler, eğer sonunda IŞİD benzeri bir yapının yönetimindeki bir devlete entegre olunacaksa, boşuna mı öldüler? Madem bu kadar kolay entegre olunabiliyor, Esad rejimine entegre olunamaz mıydı? Hem Esad rejimi bu kadar kolay çökmeyecek bir yapıdaydı. Ancak ABD’li efendiler, Rojava yönetimini buna yanaştırmadı. Rojava yönetimi de ABD’nin talimatlarından asla çıkmadı.
Eğer Bay Abdi ve PYD’nin diğer yönetim kadroları, tüm bu fedakârlıkları görmezden gelerek ABD ve AB’den talimat alıyorsa, o zaman sormak gerek: Tekoşin Anarşist ’teki yoldaşımız boşuna mı öldü? Zaher Baher, başından beri ABD’nin, bölgede ya da dünyada örnek olabilecek özgür bir komün modeline asla izin vermeyeceğini ve ABD ile işbirliği konusundaki çekincelerini dile getiriyordu. Bugün yaşananlar, onun bu öngörülerini doğrular nitelikte.
“Devrim”in Efendisi Meclisler mi ABD’mi?
Madem devrim bu kadar kolay vazgeçilecek bir şeydi, madem “devrimin” efendisi Halk Meclisleri, hayatını ortaya koyan gençler, Şeyh Maksut’ta silahlarıyla nöbet tutan orta yaşlı kadınlar değil de ABD, AB ve İsrail gibi gezegenin ve insanlığın en büyük düşmanlarıydı, neden devrimin adını bu şekilde kirlettiniz? Eğer talimatlar oradan alınıyorsa, bu işe neden kalkıştınız?
PKK’li gençler ve sizin için canını ortaya koyan Enternasyonal Tabur, ilk fırsatta üzerinizden atacağınız bir yükseydi, bu işe neden girdiniz? Şimdi kalkıp “Esad iktidarda kalsın, ABD burada kalsın, biz de utanmadan bu duruma ‘devrim’ diyelim” diyorsunuz, öyle mi?
HTŞ’nin ideolojik akrabası olan SMO’nun (Suriye Milli Ordusu) cihatçı alçaklarının tecavüzüne uğrayan, onların işkenceleriyle hayatını kaybeden gençler kim için savaştı? Ey Mazlum Abdi ve PYD’nin yozlaşmış kadroları, bu gençler devrimin asıl sahipleriydi. Eğer Durutti yoldaş gibi devrim uğruna ölecek cesaretiniz yoksa, defolup gidin ve devrimi asıl sahiplerine bırakın! O gençler, o kadınlar, o yaşlı Kürt amcalar devrim için ölür ama Golani gibi alçaklık sembollerine devrimlerini teslim etmezler. Sizin, Conilerin uçağına binip kaçacak yeriniz varsa, çekin gidin. Ama devrim burada kalacak.
Başta Anarşist Mücadele, Enternasyonal Tabur ve Süryaniler… Yani cihatçı pisliklere düşman olan herkes –ki Golani ve benzerlerinin gözünde PKK, PYD, YPG/YPJ, Tekoşina Anarşist ve Enternasyonal Tabur kesilecek “kâfirler”dir– asla geri adım atmazlar. Ancak siz yozlaşmış elitler, sizi “kâfir” diye hedef alanlara teslim olacak kadar düşmüşsünüz.
Son olarak, babasının kemiklerini sızlatan Debbie Bookchin ve diğer “Anarşist Düşünürler”e: Anarşizm elbette iyi niyetlidir, ama ahmaklık değildir. Rojava’daki yozlaşmış elitlere söyleyecek iki kelimeniz yoksa, anarşi kelimesinin değerini düşürmeyin. Size bir buralı deyimiyle sesleneyim: “Mecnun olup çöle düşmeyeceksen ne çölü, ne Leyla’yı incit.” Bu söz, başta Mazlum Abdi’nin kibirli tavırlarına, PYD’nin yozlaşmış yönetim kadrosuna ve elbette sahte anarşistlere gelsin.
Efendiler, devrim bir reklam sloganı değildir. Devrimin tarihi kanla yazılmıştır; entelektüellerin reklam metinleriyle değil.
[1] Antep yöresinde “Hamama Bakıp Curuna (kurnaya) Âşık Oluyor” deyiminin uyarlanmış hali olan bu cümle ile parçaya bakıp bütün hakkında karar vermek kast ediliyor. Rojava’da da doğrudan demokrasi içeren yapılara bakılarak Rojava’daki yönetsel yapıyı tümden özgürlükçü ilan eden anlayışa bu deyimle bakıyorum.
[2] Burada Alex Jongun PKK İdeolojisinin evrimini konu aldığı, “Stalinist tırtıldan özgürlükçü kelebeğe mi?” yazısına gönderme yapıyorum ( Yazı çevrilmedi- Alex Jong -Stalinist Caterpillar İnto Libertarian Butterfly?- The evolving ideology of the PKK-Anarchist Library) Linki de ekliyorum. https://usa.anarchistlibraries.net/library/alex-de-jong-stalinist-caterpillar-into-libertarian-butterfly#toc9
[3] Fehim Taştekin, Ganimet Zamanı, Gazete Duvar https://www.gazeteduvar.com.tr/ganimet-zamani-makale-1744318