Yine reddedildi.
Bir halkın adalet arayışı, bir gençliğin haykırışı, bir toplumun vicdanı yine duvara tosladı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde “19 Mart protestolarındaki hak ihlalleri araştırılsın” önerisi AKP ve MHP oylarıyla reddedildi. Reddedilen sadece bir önerge değil; insanlık onurunun, hukukun, vicdanın, utanmanın kendisi.
Bazen öfkeyle yazamaz insan. Bazen sadece elleri titrer.
Bu da o anlardan biri. Gözümüzün önünde dövülen, sürüklenen, çıplak aramaya maruz kalan, onuru ayaklar altına alınan gençlerin hikâyeleri artık “olağan” sayılıyor. Devletin şiddeti norm hâline geldiğinde, bu ülkede hukuk değil korku hüküm sürer.
CHP’li Sezgin Tanrıkulu, “bir duvara yaslandım ve ağladım” dedi. Ben de yazarken bir duvara yaslanma ihtiyacı duyuyorum. Çünkü kalbimin içini oyuyor bu olanlar. Bu ülkede hala içi boş sloganlarla ‘hukuk devleti’ diyenler varsa, buyursunlar gelsinler Çağlayan’a. Bir çocuğun, ‘göğüslerin mi var?’ diye sorulup dokunulmasına tanık olsunlar. Gözaltına alınırken altına kaçıran genç kadının yaşadığı utancı, acıyı okusunlar. Sonra dönüp desinler ki, ‘Türkiye’de işkence yok.’
İşkenceye uğrayanlar hain, işkence yapanlar ise koruma altında. İşte bu kadar net. Bu kadar çıplak. Bu kadar utanç verici.
Bir yandan tutuklanan 301 genç, bir yandan üniversitelerde bursları kesilen, disipline sevk edilen, gelecekleri çalınan öğrenciler.
Sadece adalet istediler.
Sadece seslerini duyurmak istediler.
Ama devlet onlara tokadıyla cevap verdi. Gazıyla, copuyla, ters kelepçesiyle, gözaltı aracındaki hakaretiyle. Çünkü bu iktidarın gözünde hak talep etmek bir suç. Genç olmak bir suç. Korkmamak suç. Direnmek suç.
Bu yaşananlar bir mahkeme meselesi değil. Bu doğrudan halkın, öğrencinin, kadının, işçinin, aydının susturulması.
Bu ülkenin cezaevleri artık suçlularla dolu değil. Bu ülkenin cezaevleri, bu ülkeye umut olanlarla dolu.
İktidar, işkenceyi inkâr ederek değil, onu organize ederek yol alıyor. Emniyetin, yargının, RTÜK’ün, TRT’nin parti aygıtına dönüşmesi; basının susturulması; gazetecilerin tutuklanması; seçilmişlerin görevden alınması, kayyumlar, baskınlar, operasyonlar… Bunların hepsi bir rejimin çürümüşlüğünün dışavurumu.
Bugün bu satırları yazarken utanç içindeyim. Çünkü bu ülkede gençler işkence görüyor, çıplak aramaya maruz kalıyor ve Meclis, bunu araştırmayı bile reddediyor. Bu utanç, hepimizin sırtında birer yük. Ama en çok da susanların, “işkence yok” diyenlerin, bu düzeni ayakta tutanların sırtında.
Ve biz yine yazacağız. Yine anlatacağız. Yine haykıracağız.
Çünkü susarsak, onlar kazanacak.
Çünkü unutursak, işkence normalleşecek.
Çünkü korkarsak, bir sonraki genç yalnız kalacak.
Biz, duvara yaslanıp ağlayanlardanız.
Ama o duvarları da bir gün yıkacağız.
—
Not: Bu yazı, 19 Mart sonrası yaşanan insan hakkı ihlallerine karşı vicdani bir tepki ve çağrıdır. İşkence insanlık suçudur. Sessizlik ise ortaklıktır.