Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yaptığı açıklamalar, cezaevi inşaatlarına ve Adalet Bakanlığı’nın bütçe artışına dair önemli detaylar içeriyor. Bakan, Türkiye’de 406 aktif cezaevi olduğunu ve 11 yeni cezaevi inşaatının sürdüğünü, 21 yeni cezaevi projesinin ise planlama aşamasında olduğunu ifade etti. Bunun yanı sıra, cezaevlerinin “çağdaş infaz rejimine uygun yapılar!” olarak tanımlanması dikkat çekiyor.
Bakanın açıklamaları, yalnızca cezaevleri inşaatı ve bütçe artışını değil, aynı zamanda Türkiye’deki mevcut adalet anlayışını ve muhalefete yönelik baskı rejimini daha geniş bir bağlamda değerlendirme gerekliliğini doğuruyor.
Muhalefetin Sistematik Susturulması
Muhalif kimliklere sahip bireyler ve gruplar, yalnızca haklarını aradıkları ya da eleştirilerini dile getirdikleri için yargı eliyle cezalandırılıyor. Türkiye’de ifade özgürlüğü sınırları giderek daralırken, hukukun araçsallaştırılması dikkat çekiyor. Gazetecilerin, akademisyenlerin, aktivistlerin ve hatta sanatçıların cezaevlerine gönderilmesi, adalet sisteminin iktidarın politikalarını destekleyen bir baskı aygıtına dönüştüğüne dair endişeleri artırıyor.
Bu baskı ortamında, “hukuk devleti” iddiası sıkça dile getirilse de, hukukun evrensel normlarına uyum sağlanmıyor. Yargının bağımsızlığı ciddi bir tehdit altında, ve bu durum muhalefeti susturma çabalarının önünü açıyor. Kanunların ve yargı sisteminin anti-demokratik bir şekilde işletilmesi, yalnızca adaletsizliklere değil, toplumun genelinde hukuka olan güvenin sarsılmasına da yol açıyor.
Cezaevleri: İnfaz mı Baskı mı?
Bakan Tunç’un “çağdaş infaz rejimi” olarak övdüğü cezaevleri, hak ihlallerinin ve insanlık dışı uygulamaların mekânı haline gelmiş durumda. Bu cezaevlerinin doluluk oranları, aslında adalet sisteminin işleyişine dair daha derin bir krizin göstergesi. Neredeyse her gün bir tutsağın cenazesinin çıktığı bir ortamda, “çağdaşlık” iddiası samimiyetten uzak görünüyor.
Düşüncelerini ifade eden bireylerin “terörist” olarak yaftalanması ve cezaevlerine gönderilmesi, cezalandırma rejiminin bir başka yüzünü ortaya koyuyor. Bu durum, yalnızca bireysel hak ihlallerini değil, aynı zamanda bir toplumun demokratik temelini de hedef alıyor.
Daha Adil Bir Gelecek İçin
Türkiye’nin adalet anlayışını yeniden değerlendirmesi ve cezaevlerini cezalandırma aracı olmaktan çıkarıp rehabilitasyon ve yeniden entegrasyon mekanlarına dönüştürmesi elzemdir. Muhaliflerin susturulması yerine eleştirilerin dinlendiği ve çözümler üretildiği bir yönetim anlayışının benimsenmesi, hem adaletin hem de toplum barışının teminatı olacaktır. Bu noktada, yalnızca iktidarın değil, toplumun tüm kesimlerinin katılımını ve sesini duyurmasını sağlayacak mekanizmaların oluşturulması gereklidir.
Adaletin gerçek anlamda tesis edilmesi, yalnızca hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı kalmakla değil, aynı zamanda insan hakları ve ifade özgürlüğünü esas almakla mümkün olabilir.