Biz susarken büyüdü karanlık. Gözümüzü kapadıkça derinleşti uçurum. Ve şimdi, bir sabah daha uyandık; bir başka gencin gözündeki umudu çalınmış, bir başka ses susturulmuş, bir başka gelecek daha toprağa gömülmüş. Bu kez sadece bir belediye başkanı değil, bir cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu tutuklandı.
Ama bu yazı bir siyasetçinin serbest kalması için değil.
Bu yazı, özgürlüğün yalnızca seçimlerle, sandıklarla değil; sokaklarla, duvar yazılarıyla, haykırışlarla kazanıldığını hatırlatmak için. Bu yazı, gençlerin, öğrencilerin – yaşamı henüz yeni kavramaya başlamış ama adaletsizliği tüm hücrelerinde hissedenlerin – öfkesine ses olmak için.
İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilfiği gün, yalnızca bir rektörlük kararı verilmedi; bir kuşağın sesine, sabrına, geleceğine bir darbe daha indirildi. O gün, üniversite kampüslerinde geceden sabaha kadar sessizce çalışan, kitapların arasında kendine yer açmaya çalışan, her gün daha da daralan hayalleriyle boğuşan binlerce öğrenci sustu. Ama o sessizlik uzun sürmedi.
Çünkü adaletin olmadığı yerde sessizlik çürür. Ve çürüyen sessizlik, haykırışa dönüşür.
İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin yaptığı çağrının ardından polis barikatlarını aşması bir kıvılcımdı. Ardından gelen yürüyüşler, basın açıklamaları, boykotlar… Boğaziçi’nden Antalya’ya, Ankara’dan İzmir’e… Sadece İmamoğlu için değil, kendi yarınları için, kendi varoluş hakları için sokağa çıkan gençler… Onlar, bu düzenin susturulamayacak yürekleriyle, siper ettikleri bedenleriyle, “Yeter!” dediler.
Yeter bu cezasızlık.
Yeter bu kayırmacılık.
Yeter bu yalanlar, bu sahte “milli irade” tiyatrosu.
Biz kandırılmak istemiyoruz. Biz yönetilmek istemiyoruz. Biz yaşamak istiyoruz!
Gençlerden birinin gözaltına alınırken bağırdığı o cümle hâlâ kulaklarımda çınlıyor:
“Ben sadece geleceğimi istiyorum!”
Ne kadar sade, ne kadar çırılçıplak bir talep…
Ve işte tam da bu yüzden, bu kadar tehlikeli bir söz haline geldi.
Çünkü bu iktidar, gençlerin sadece çalışkan, sessiz, söz dinleyen bireyler olmasını istiyor.
Sorgulayan, direnen, düşünen bir gençlikten korkuyor.
Korkmakta da haklılar.
Çünkü artık bu korku tek taraflı değil.
Artık gençler de korkmuyor.
Kayıp yıllardan, gasp edilen gelecekten, atanamayan diplomalardan, susturulan fikirlerden korkmuyorlar artık.
Çünkü kaybedecek hiçbir şey kalmadığında, özgürlük bir seçenek değil, bir zorunluluk haline gelir.
Bu ülkenin gençleri, zincirlerini kırmaya başladı. Her sokak başında, her gözaltında, her barikatın ardında haykırıyorlar:
“Adalet yoksa, huzur da yok!”
“Bir kişi daha eksilmeyeceğiz!”
“Sizden korkmuyoruz!”
Bunlar sadece slogan değil. Bunlar, bir neslin öfkesinden doğmuş, kalbinden yükselen sözler. Ve bir nesil öfkeliyse, bu dünyayı yerinden oynatabilir.
Tıpkı Paris’te, tıpkı Santiago’da, tıpkı Gezi’de olduğu gibi…
İsyan bir tercih değildir. İsyan, bastırılmış hakikatin, susturulmuş adaletin, yutulmuş çığlıkların doğal sonucudur.
Devlet, hukuku kendi sopasına çevirdiğinde…
Mahkemeler, sarayın kapı kulu olduğunda…
Halkın sesi bastırıldığında…
İsyan artık bir hak değil, bir görev olur.
Ve şimdi, o görev gençlerin omzundadır.
Bu ülkenin sokakları, tekrar özgürlüğü çağıran ayak sesleriyle yankılanıyor.
Üniversite kampüslerinde biriken o büyük, derin, kımıldayan öfke artık geri döndürülemez.
Korkuyla, TOMA’yla, gözaltıyla bastırılamaz.
Çünkü onlar geleceği gasp edildikçe, umutları çalındıkça, yoksullukla terbiye edilmeye çalışıldıkça bir şeyi öğrendiler:
Bu sistem düzelmez.
Bu düzen onlara bir gelecek sunmaz.
Ve bu yüzden de…
Kendi geleceklerini, kendi elleriyle kurmak zorundalar.
Belki bir barikatta.
Belki bir sokak duvarında.
Belki de sadece bir arkadaşın omzunda ağlarken…
Ama mutlaka, ama mutlaka: Birlikte.
Unutmayın:
Adaletin olmadığı yerde isyan kaçınılmazdır.
Ve o isyan şimdi başladı.