“Bir insanı öldürmek cinayetse, binleri öldürmek neden kahramanlık sayılıyor?” — Bertrand Russell
İsrail’in İran’a düzenlediği saldırı, sadece Ortadoğu’nun değil, tüm dünyanın vicdanında yankılanan derin bir çöküştür. Bu eylem, askeri bir strateji değil, insanlık adına yaşanan bir trajedidir. Her patlayan bomba, yalnızca bir yapıyı değil; barış umudunu, hukuku, vicdanı ve yaşam hakkını yerle bir eder. Bugün bu saldırıyı sadece jeopolitik bir olay olarak değil, savaşın kutsandığı bir uygarlık krizinin parçası olarak görmemiz gerekiyor.
Güvenlik mi, Saldırganlık mı?
İsrail devleti, yıllardır “güvenlik” gerekçesiyle işgal politikalarını ve askeri operasyonları meşrulaştırmaya çalışıyor. Ancak artık bu gerekçe ikna edici olmaktan çok uzak. İran’a karşı düzenlenen son saldırı, bir savunma refleksi değil, önleyici adı altında sistematik bir saldırganlıktır. Bu yaklaşım, bölge halklarının hayatını hiçe sayan bir militarist zihniyetin ürünüdür.
Düşman ilan edilen her ülke, her toplum ya da grup; politik meşruiyetin aracı haline getiriliyor. İran’da otoriter bir rejim olabilir, evet. Ancak bu, o ülkenin sivillerinin bombalanmasını haklı çıkarmaz. İnsan hakları ihlallerini durdurmak için sivilleri hedef almak, yalnızca başka bir ihlaldir.
İsrail Devleti Beni Korkutuyor
İsrail devleti beni gerçekten korkutuyor. Çünkü bu derece örgütlü bir göz dönmüşlüğün, bu derece sistematik bir vicdansızlığın nasıl mümkün olabildiğini aklım almıyor. Tarihte soykırım yaşamış bir halkın kurduğu devlette, insanların nasıl bu kadar kolay yok sayıldığını görmek, dehşet verici.
Tarih, Yahudi halkına karşı işlenen insanlık suçlarıyla dolu. Ve ironik olan şu ki; o acının mirasını taşıyan bir devlet, bugün benzer bir şiddeti başkalarına reva görüyor. Gazze’de yaşanan yıkım, Batı Şeria’daki sistematik şiddet ve şimdi de İran’a atılan füzeler… Tüm bunlar birer “güvenlik politikası” değil, bir halkın başka halklara reva gördüğü kurumsallaşmış bir şiddet rejimidir.
Daha da sarsıcı olan ise şudur: İsrail halkı neden susuyor? Neden bu gözü dönmüş iktidara karşı kitlesel bir başkaldırı yok? Neden bu kadar büyük bir sessizlik hâkim?
Elbette savaş karşıtı İsrailli vicdanlı insanlar, gazeteciler, akademisyenler var. Ancak onlar marjinalleştiriliyor, susturuluyor. Geri kalan çoğunluk ise ya korkuyor, ya inanıyor, ya da kayıtsız. Oysa insan sadece yaptığı eylemlerden değil, sustuğu zulümlerden de sorumludur. İsrail halkının sessizliği, yalnızca pasif bir duruş değil, tarihsel bir ortaklık anlamı taşıyor.
Savaşlar Halklara Karşıdır, Devletlere Değil
Bu saldırının kazananı olmayacak. Ne İsrail halkı daha güvenli olacak, ne İran daha demokratik. Çünkü savaşlar halklara karşıdır, devletlere değil. Her patlama, yalnızca çocukların hayatını söndürür, annelerin mezar taşına yazılacak yeni isimler bırakır. Oysa kararlar, daima yukarıda verilir. Ölenler, daima aşağıdadır. Her milliyetten, her inançtan, her sınıftan.
İran’daki sıradan bir insanla, İsrail’deki bir yoksul emekçi aslında aynı kaderi paylaşıyor: Egemenlerin savaşlarından zarar görmek. Ama bu gerçeği görmek için bombaların susması, propagandanın çökmesi gerekiyor.
Emperyal Destek ve Sessizlik
Bu saldırının arkasında sadece İsrail hükümeti yok. ABD’nin on yıllardır süren koşulsuz desteği, Batı’nın çifte standartlı sessizliği bu yıkımın ortağıdır. Eğer Ukrayna’da Rusya’nın saldırıları için “uluslararası hukuk” diyebiliyorsak, Filistin’den başlayan İran’a kadar uzanan saldırılar için de demeliyiz. Ama Batı bu konuda seçici: Ölenin kim olduğu, öldürenin kim olduğuna bağlı olarak değer kazanıyor ya da kaybediyor.
İşte bu yüzden savaş karşıtı olmak yalnızca bir slogan değil, çifte standartlara karşı da bir duruş olmalıdır. Sadece hangi ülkenin bombalandığına göre değil, her bombanın geride bıraktığı acıya göre taraf tutmalıyız.
Barış Bir Mücadeledir, Geri Çekilme Değil
Barış istemek, teslimiyet değil. Barış istemek, en cesur politik tutumlardan biridir. Çünkü bu dünyada savaş kutsanıyor; barış isteyenler korkak, hain ya da saf olarak görülüyor. Oysa gerçek cesaret, ölümün değil yaşamın tarafında olmayı gerektirir.
İsrail’in saldırılarını lanetlemek, İran rejimini desteklemek değildir. Savaş karşıtı olmak, militarizmin her türüne karşı durmak demektir. Devletlerin değil, halkların haklarını savunmaktır.
Savaş Sessizliğe Yaslanır, Barış Direnişe
Bugün yaşananlar, bir krizin değil; çok uzun zamandır sürdürülen bir savaş aklının doğal sonucudur. Bu savaş aklı, sadece bombalarla değil; suskunlukla, çifte standartla, medya manipülasyonuyla büyür.
Oysa biz artık bu sessizliği kırmalıyız.
İsrail’in Filistin’den İran’a uzanan saldırısını yalnızca iki ülke arasındaki bir mesele olarak okumak bütük bir yanılgı olur. İsrail açıkça tüm halkların vicdanına yönelik meydan okumaktadır. Bu meydan okumaya karşı barıştan yana taraf olmak, tarafsız kalmamaktır. Tarafsızlık burada ahlaki bir iflasa dönüşür. Çünkü savaşta tarafsız kalan, zulmün yanında olur.
Barış, sadece bir dilek değil; bir irade meselesidir. Şimdi, bu iradeyi göstermenin zamanıdır.
Hayat tarafsız kalmaz. Şimdi barışın tarafında mısınız, yoksa sessizliğin?