Bazı insanlar yalnızca yaşarken değil, giderken de bir şeyler söyler.
Sırrı Süreyya Önder gitti.
Ve biz, hep birlikte bir mumun sönüşünü izledik. Ama o mum öylece sönmedi — geride karanlığa karşı yanmaya devam eden bir vicdan bıraktı.
Onun adı bir siyasetçinin ötesinde bir şeydi.
Sırrı, halkın diliyle konuşan, sokakla bağını hiç koparmamış bir yoldaştı.
O, Meclis kürsüsünde bile bir mahallenin kahvesindeki sıcaklıkla konuşmayı bilen, kelimeleriyle hem güldüren hem de kanayan bir gerçeği açığa çıkaran bir adamdı.
Halkın arasında yürürken, “birimiz eksikse hepimiz eksikiz” diyordu.
Bir politikacıdan çok, bir anlatıcıydı — bazen bir şair, bazen bir gazeteci, ama en çok da insan.
Onu ilk kez Gezi Parkı direnişinde tanıdım.
O günlerde, gazın ve öfkenin içinden bir ses yükseliyordu: sakin, aklı başında ama asla yılgın olmayan bir ses.
“Ben ağaçların da vekiliyim” diyerek Gezi Parkı’nda direnenlerin yanında yer almıştı.
Sırrı’nın o gün parkta yürüyüp de “bu halk meşrudur” dediği an, bizler için yalnızca bir cesaret değil, bir sahiplenişti.
Yan yanaydık, konuşmadık belki uzun uzun, ama onun varlığı bile insana güven veriyordu.
O an, onu tanımış olmak bir ayrıcalık gibi kazındı içime.
Ve bugün, onun ardından bu satırları yazarken, bir arkadaşımı uğurlar gibi yazıyorum.
Adalet arayanların, ezilenlerin, ötekileştirilenlerin yanında oldu hep.
Bir park direnişinde çadır kuranların yanında, bir annesini yitiren Kürt çocuğunun gözyaşında, bir işçinin grevinde, susturulan bir gazetecinin kaleminde…
Yaralı yerlerin sesiydi o.
Devletin görmemeyi tercih ettiği her acı, onun diliyle görünür hale geldi.
Ve belki de bu yüzden çok sevildi, çünkü bu topraklarda gerçek olan her şey önce bastırılır, sonra sahiplenilir.
Ben bir anarşistim. Devletin yapamadığı adaleti sokakta, mahallede, kolektif omuz omuza gelişlerde ararım.
Ama ne zaman ki sistemin içinden birisi, o mekanizmanın çarklarına karşı elindeki tek silahı — sözü, vicdanı ve mizahı — kullanarak yürüdü, işte orada saygı duydum.
Sırrı Süreyya Önder, o çarkların dişlilerine bile isteye kafa tutanlardan biriydi.
Sistemi içinden alt etmeye çalışmadı belki, ama onun yarattığı kanamayı bir parça dindirmeye çalıştı.
Onu tanımak, aynı parkta bir direnişi paylaşmak, sesine ve duruşuna tanıklık etmek…
Bugün geriye baktığımda, bunun için kendimi şanslı hissediyorum.
Bazı insanlar iz bırakır; o iz bir fikirde, bir sokakta, bir dostun sesinde yaşar.
Sırrı da öyle biri.
Şimdi o ışık söndü diyorlar.
Hayır, o ışık hepimizde artık.
Onun bıraktığı cümleler, bir sonraki şairin kaleminde; onun verdiği mücadele, bir sonraki kuşağın yürüyüşünde.
Çünkü devrim bazen bir silah sesiyle değil, bir güzel adamın ardından tutulan yasla başlar.
Işığın bol olsun, Sırrı.
Sen sustun, ama seninle birlikte konuşmayı öğrenen binlerce ses var artık bu topraklarda.
Ve biz, o sesleri birbirimize taşıyarak yaşayacağız.
Karanlık ne kadar çoğalırsa çoğalsın, senin yaktığın mumun alevi hep içimizde kalacak.