Adalet, bir toplumun temeli ve ahlaki pusulasıdır. Ancak Türkiye’de cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri ve hasta mahpusların durumu, bu temel değerin ne kadar zedelendiğini gözler önüne seriyor. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Milletvekili Gülcan Kaçmaz Sayyiğit’in Adalet Bakanlığı’na yönelik eleştirileri, bu konuda geniş bir perspektif sunuyor. Adaletin kapsayıcı olmaması, yalnızca bireyleri değil, toplumun tamamını etkiliyor.
Cezaevlerinde Süreklileşen Hak İhlalleri
Gülcan Kaçmaz Sayyiğit’in belirttiği gibi, cezaevleri artık “eza” evleri haline gelmiş durumda. İnsan hakları örgütlerinin raporlarına göre, 2023 yılında cezaevlerinde en az 23 bin 899 hak ihlali yaşandı. Ayrıca, 2018-2023 yılları arasında cezaevlerinde yaşamını yitiren mahpus sayısı 2 bin 258 olarak kaydedildi. Bu rakamlar, cezaevlerinde yaşanan sistematik sorunların boyutunu açıkça ortaya koyuyor.
Hak ihlalleri yalnızca fiziksel koşullarla sınırlı değil. Kürtçe konuşma, gazete okuma ya da mektup yazma gibi temel hakların engellenmesi, mahpusların kimliklerine yönelik baskının açık bir göstergesi. Özellikle hasta mahpuslar söz konusu olduğunda bu ihlaller, hayati riskler taşıyor.
Hasta Mahpusların Durumu: Vicdanın Turnusolü
Cezaevlerinde 651’i ağır olmak üzere 1.517 hasta mahpus bulunuyor. Bu insanların çoğu, tedaviye erişim hakkından yoksun bırakılıyor. Örneğin, sırf cezaevindeki çocuğuna para yatırdığı için 75 yaşında tutuklanan Hatice Yıldız ya da cezaevinde ömrünü tüketen Hanife Arslan gibi örnekler, adalet sisteminin vicdani sınavını kaybettiğini gösteriyor.
Hasta mahpusların durumu, yalnızca bireysel sağlık sorunlarıyla sınırlı değil. Ailelerinden uzak cezaevlerine gönderilmeleri, aile bağlarının kopmasına ve görüş haklarının fiilen engellenmesine yol açıyor. Şırnak’tan Giresun’daki bir evladını ziyaret etmeye çalışan yaşlı bir anne-babanın yaşadığı zorluklar, bu durumun insani boyutunu ortaya koyuyor.
Kanun ve Adalet: Ayrışan Kavramlar
“Kanunlar dikta rejimlerinde de vardır” diyen Sayyiğit, hukukun üstünlüğünün yok sayıldığı bir düzene dikkat çekiyor. Türkiye’de mahkemelerden çıkan kararlar, çoğu zaman “adalet” değil, siyasi iktidarın çıkarlarını korumak adına alınan kararlar olarak algılanıyor. Belediyelere kayyım atanması, gazeteci ve siyasetçilerin keyfi gözaltı ve tutuklamaları, “zümre hukuku” kavramını akıllara getiriyor.
Bu düzen, adaletin herkes için eşit şekilde işlemediği gerçeğini pekiştiriyor. Özellikle demokrasi güçleri ve Kürtler üzerinde yoğunlaşan baskılar, toplumun geniş kesimlerinde adaletin taraflı olduğuna dair bir algı yaratıyor.
Barış ve Adalet: Birbirine Bağlı Kavramlar
Sayyiğit’in ifade ettiği gibi, onurlu bir barışın anahtarı, kapsayıcı bir adaletin tesis edilmesindedir. Adalet yalnızca bir kurumun adı değil, toplumun huzur içinde yaşamasını sağlayan bir yapı taşıdır. Bugün cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri ve hasta mahpusların durumu, adaletin yalnızca bir kelimeye indirgenmemesi gerektiğini gösteriyor.
Bu noktada en büyük sorumluluk, Adalet Bakanlığı’na ve yetkililere düşüyor. Cezaevlerinde adaletin yeniden sağlanması, sadece mahpusların değil, tüm toplumun vicdanını rahatlatacaktır. Adalet tesis edilmedikçe, barışın da sağlam bir temeli olmayacağı gerçeği, her geçen gün daha da belirginleşiyor.