1 Mayıs’ı yine yasaklarla, polis ablukalarıyla, sabahın köründe gözaltılarla karşıladık. Yani “alıştığımız” gibi. Ama bu “alışma” hali zaten başlı başına bir direniş konusu değil mi? Yüz yılı aşkın bir tarihe sahip bu günün, bu ülkede hâlâ bir meydan fobisiyle karşılanması, hâlâ pankart açanı terörist ilan etme alışkanlığı…
Bunların hepsi bize neyin mirası?
Sadece bir devlet aklının mı?
Hayır. Sessiz kalanın, susanın, kanıksayanın da katkısı var bu baskı düzenine.
Bugün 1 Mayıs. İşçilerin, emekçilerin, yoksulların, ezilenlerin, “az konuşan çok çalışan”ların günü. Ama bu ülkede ne zaman hak arasan, ne zaman emeğinin karşılığını istesen, ne zaman “bu böyle gitmez” desen… hemen bir “kargaşa çıkarıyor” yaftası yapıştırılır sırtına.
Devletin ezberinde sendika = bölücülük, grev = provokasyon, iş bırakma = vatan hainliği.
Hani “çalışan kazanır”dı?
Hani “alın teri kutsaldı”?
Sloganlarda kutsal, pratikte kölelik dayatması.
Bu Yıl 1 Mayıs’ı Nerede Karşıladık?
Taksim yine yasaktı.
Ki aslında yasaklanan sadece bir meydan değil, bir hafızaydı. 1977’de 34 kişinin öldürüldüğü o kara gün, devletin kendi içinde bile hâlâ açıklanamayan bir sır. Failler belli değil, ama failliğin yöntemi tanıdık. Üzerine beton dökmek, unutturmak, yasaklamak…
Her 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkanlara karşı kurulan barikat, aslında sadece fiziksel bir engel değil. Hafızaya, tarihe, hatırlamaya karşı kurulan bir duvar.
Ve bu sene de öyle oldu.
Sabah 5’te ev baskınları, yüzlerce gözaltı. Peki kim bunlar? Sırf meydanda yürümek isteyen insanlar. Elinde molotof yok, taş yok. En fazla döviz taşıyor, pankart açıyor. Ama o dövizin üstünde “İnsanca yaşamak istiyoruz” yazıyor ya… işte o çok tehlikeli!
Emeğin Durumu: 2025 Türkiye’sinde Ne Haldeyiz?
İktidar asgari ücreti artırmakla övünürken, marketteki bir patatesin fiyatı üç katına çıkıyor. Enflasyon TÜİK’e göre %65, çarşıya çıkana göre %265. Kiralar uçmuş, gençler ailesinden ayrı eve çıkamıyor. İşçiler borçla yaşıyor, beyaz yakalılar antidepresanla. Herkes hayatta kalmaya çalışıyor ama kimse gerçekten “yaşamıyor”.
Bu mu refah?
Bir yandan da iş cinayetleri devam ediyor.
Evet, “cinayet” diyorum çünkü bu kazalar önlenebilirdi. Ama iş güvenliği maliyet demek. Patron için işçi zaten “değiştirilebilir malzeme”.
Soma’dan bugüne kaç maden çöktü, kaç inşaat çöktü, kaç fabrika yandı?
Kaç işçinin ismini duyduk?
Çok az. Çünkü işçinin adı yok bu düzende. Sadece numarası var, dosyası var, bordrosu var. Ruhuna Fatiha değil, “tazminatı yattı mı” diye soruluyor.
Umudu Kim Taşır?
Peki ne yapacağız?
Her 1 Mayıs’ta dövülüp, yerlerde sürüklenip, sonra eve dönüp haberleri izlemek mi? Hayır. Umut bir lüks değil, bir görev artık. Bu düzen değişmeyecek demek, düzenin ekmeğine yağ sürmek demek. Sistemi eleştirirken, aynı anda onun içinde konforlu bir köşe bulmaya çalışmak, çelişkinin ta kendisi.
Ben bir anarşist olarak devleti, otoriteyi, sömürüyü reddediyorum. Ama bu reddediş soyut bir felsefe değil. Pratik bir mücadele. Dayanışma mutfağında, işgal evinde, mahalle forumunda, grev çadırında vücut bulan bir direniş. Yani 1 Mayıs sadece bir gün değil, bir yaşam biçimi. Birbirimizin yaralarını saran, kimsenin kimseyi sömürmediği bir dünya inancının adı.
Anarşi ve Emek
Anarşist düşünce, emeği özgürleştirmenin en radikal yollarından biridir. Çünkü üretimin olduğu yerde hiyerarşi kurmak isteyenler hep vardır. İşçiyle patron, öğretmenle müfettiş, hemşireyle başhekim… Hep bir yukarıdan aşağıya ilişki kurulur. Anarşizm ise bunu ters yüz eder. Dikey değil yatay ilişkiler. Patron değil kolektif. Müdür değil koordinasyon. İş bölümü olur, ama güç bölünür.
Bakın Kropotkin ne diyor: “Ekmek istiyorsan, birlikte pişiririz. Hiçbirinin ötekine efendilik yapmadığı, ama her birinin elinden geleni kattığı bir yaşam mümkündür.” Bu laf bir asırdan daha önce söylenmiş, ama bugün bile hâlâ ütopya gibi geliyor kulağa. Oysa her 1 Mayıs, bu ütopyanın ayak sesidir.
Ne Yapmalı?
- Korkmayacağız. Çünkü korku, iktidarın en güçlü silahı.
- Birbirimize sahip çıkacağız. Polis saldırırken, pankart düşmesin diye değil; omuz omuza durduğumuz için.
- Anlatacağız. 1 Mayıs’ı sadece “tatil günü” sananlara gerçeği anlatacağız.
- Direneceğiz. Fabrikada, okulda, tarlada, ofiste, sokakta… Nerede sömürü varsa, orada direniş olacak.
Ve evet, 1 Mayıs’ta yine sokakta olmak sadece bir hak değil, bir onurdur.
Çünkü bu dünyada bir kişi bile köle gibi çalışıyorsa, kimse gerçekten özgür değildir.